Mason Üstad-ı Azamından İtiraf
Masonlar Büyük Locası Üstadı Celil Layiktez, masonların Abdülhamit'in devrilmesi ve İkinci Meşrutiyet'te oynadığı rolü açıkladı. Layıktez, "Hareket Ordusu'nu da masonlar yönetti" dedi
Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası Üstadı ve locanın resmi yayın organı Tesviye Dergisi'nin editörü Celil Layiktez, dünya masonlarına 'İslam Ülkelerinde Masonluk' başlıklı İngilizce bir makale yayınladı. Makalesinde, Osmanlı Devleti'nde masonluğun nasıl kökleştiğini anlatan Layiktez, 2. Abdülhamit'in tahttan indirilmesine giden süreçte masonların oynadığı rolü değerlendirdi. Mason üstadı Layiktez, 1908'de 2. Meşrutiyet'in ilanından sonra 'İslamcıların' İstanbul'da ayaklanma çıkardığını ve bu ayaklanmanın Hareket Ordusu tarafından bastırılarak Sultan Abdülhamit'in tahttan indirildiğini söyledi. "Hareket Ordusu, masonlar tarafından örgütlendi ve yönetildi" diyen Layiktez, "Sultan Abdulhamit'e tahttan indirildiğini tebliğ eden 5 milletvekilinden oluşan heyettekilerin tamamı masondu" dedi.
ELİMİZDE BELGELER VAR
Makalesiyle ilgili olarak BUGÜN'ün sorularını cevaplayan Celil Layiktez, yazıyı İtalyan masonlarının isteği üzerine kaleme aldığını söyledi. Yazıyı İtalya'da masonların üye olabildiği masonik bir internet sitesinin tarih kütüphanesine de gönderdiğini anlatan Layiktez, iddialarının arkasında durduğunu vurguladı. Layiktez, Abdülhamit Han'ı tahttan indirenlerin masonluğu ilgili olarak, "Elimizde yeterli belgeler var. Bu 5 kişinin mason olduğuna eminiz" dedi.
ORDUDAKİ MASONLAR
Hareket Ordusu'nda Muhtar Paşa'nın mason olmadığını belirten Layiktez, "Karargah subayı Mustafa Kemal'in ise mason olup olmadığı kesin olarak bilinmiyor. Ama subayların içinde, masonların sayısı çok fazlaydı. Selanik'teki Hareket Ordusu'nu organize eden İttihat ve Terakki, Emmanuel Karasu'nun başkanı olduğu locada organize oluyorlardı. Hatta o kadar çok subay var ki, bir kısım subay er üniformasıyla hareket ordusuna katıldı. Mustafa Kemal'in mason olup olmadığı ise kesin olarak bilinmiyor" dedi. Layiktez, mason localarının 1935'te Mustafa Kemal tarafından kapatıldığının hatırlatılması üzerine, "Kapatmadı. O olay başka türlü gelişti" diye konuştu. Tarihçi Mustafa Armağan, Hareket Ordusu içinde masonların bulunduğu iddiasını doğruladı. 31 Mart Vakası'nın geniş değerlendirilmesi gereken bir olay olduğuna işaret eden Armağan, "Siyonizm çok komplike bir olay. Masonların sahiplenmesi doğal. 'Modern Türkiye'yi biz kurduk. Osmanlıyı biz bitirdik. Dolayısıyla bize şükran duyulması lazım' diyorlar. Böyle bir noktaya getirmek istiyorlar. Masonluğa giriş o zaman zannediyorum belirli bir dış bağlantıları sağlamlaştırmak, etraf oluşturmak gibi kaygılardan kaynaklanıyordu" dedi.
Bugün
Alphonse Marie Louis De Lamartine ve Hz. Muhammed (s.a.v.)
Lamartine, gerçekleştirdiği iki doğu seyahatinden sonra Müslümanları daha yakından tanıma imkanını bulur. Sadece kiliseyi ve papazları değil Hristiyanlığın temellerini de sorgulamaya başlar. "Türkiye Tarihi" (Histoire de la Turquie) adlı eserinde döner dolaşır bu mevzuya parmak basar.
Lamartine, İslam tarihini okudukça Efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) olan hayranlığı artar. "Yalancılık aynı zamanda ikiyüzlülüktür" der, "yalanda doğrunun kudreti bulunmaz. Onlar inandırma gücünden mahrumdurlar. Bir cismin atılırken varabileceği yer, fırlatma gücü ile, manevi ilhamın gücü ise meydana getirebildiği eserlerle orantılıdır. Buradan hareketle, çok sayıda eser vücuda getiren, çok uzak bölgelere yayılan ve uzun zamandan beri kudretini muhafaza eden bir din samimi inandırıcı, hasılı hakikat olmalıdır."
Efendimize hayran
Lamartine, Fahr-i Alem'in (Sallallahü aleyhi ve sellem) hurafe ve putlara karşı kahramanca duruşuna, putperestlerin hiddetine aldırmayışına, tevekkülüne, tahammülüne, sabrına, cesaretine bayılır. Yine ona göre Medine'ye hicreti, kendisinden çok güçlü düşman ordularıyla savaşması, felaketler karşısında bile yıkılmaması, Allah'a olan muhteşem bağlılığı, tebliği, teşvikleri, vaazları nasıl büyük bir imana sahip olduğunu gösterir ki, ayakta alkışlanmalıdır.
"Dünyada başka hiç kimse, önüne O'nunkinden daha büyük bir hedef koymamıştır: Allah'la insan arasına sokulmuş bâtıl inançları ortadan kaldırmak; puta tapıcılığın maddî ve çarpık kaosu arasında aklî ve kutsal bir ilâh kavramını savunmak...
Dünyada başka hiç kimse, bu kadar zayıf vasıtalarla, insan gücünün bu kadar fevkinde bir işe girişmemiştir. Böylesine büyük bir hedefe yürürken yanında çölde yaşayan bir avuç insandan başka yardımcısı yoktur.
Dünyada başka hiç kimse O'nun gerçekleştirdiği ölçüde ve kalıcı bir inkılâbı gerçekleştirmiş değildir; çünkü, iki asırdan daha az bir zaman içinde İslâm, inanç ve hâkimiyet plânında tüm Arabistan'a yayılmış ve Allah adına İran'ı, Horasan'ı, Mâverâünnehir'i, Pakistan'ı, Suriye'yi, Habeşistan'ı, bütün Kuzey Afrika'yı, İspanya'yı, Akdeniz'de bir çok adayı fethetmiştir.
Kıyası gayr-i kabil
Eğer gayenin büyüklüğü, vasıtaların azlığı ve neticenin şaşırtıcılığı insan dehasının üç ölçüsüyse, tarihte kim Muhammed'le karşılaştırılabilir? En meşhur insanlar, sadece ordular, kanunlar ve imparatorluklar meydana getirmişlerdir. Çoğu defa gözleri önünde dağılıp giden maddî iktidarlardan başka bir şey kurmamıştır onlar. Fakat O, yalnızca orduları, kanunları, imparatorlukları, milletleri ve hanedanlıkları harekete geçirmekle kalmamış, ayrıca, meskûn dünyanın yarısında milyonlarca insanı ve daha da ötesi mâbedleri, putları, dinleri, fikirleri, inançları ve ruhları yerinden oynatmıştır. Her harfi kanun olan bir Kitab'a dayanarak, her dil ve her ırktan bir mânâ ümmeti çıkarmıştır. Bize, bu ümmetin silinmez karakterini, sahte ilâhlardan nefretini, bir ve gayr-i maddî Allah tutkusunu bırakmıştır. Muhammed'in takipçilerinin en büyük fazileti budur. Arzın üçte birinin bu inanca teslim olması, O'nun mûcizesidir.
Uydurma ilâh zürriyetlerinin bıktırıcılığı altındaki bir dünyada ilân edilen vahdaniyet (Allah'ın birliği) inancı, telâffuz edilir edilmez bütün putperest mâbedleri sarsılmıştır. Bu Zât'ın hayatı, tefekkürü, bâtılı kahramanca inkârı, putperestlerin öfkelerine meydan okumaktaki cesareti, Mekke'de 13 yıl süreyle gösterdiği sabır, ezâlara cefalara dayanması; evet, bütün bunlar ve ilâveten kesintisiz tebliği, tuhaflıklara karşı koyuşu, muvaffakiyete olan inancı ve felâketler karşısındaki insanüstü güven duygusu, zafere götüren azmi, tek bir ideale olan samimi bağlılığı, asla imparatorluk peşinde olmayışı; bitmez duası, ibadetten aldığı haz, Allah'la haberleşmesi ve vefatından sonraki şanlı muzafferiyet...
Bütün bunlar bir yalana değil, sarsılmaz bir inanca şahitlik etmektedir. Esaslı bir akideyi yeniden yerleştirme hususunda O'na güç veren bu inançtır. Bu akîde de, iki taraflıdır: Birinci taraf, Allah'ın ne olduğunu, ikinci taraf da ne olmadığını anlatır.
Filozof, hatip, peygamber, cengaver, kanun koyan, gönülleri kazanan, hurafelerle savaşan ve İslâm Devletini kuran... İşte Muhammed budur! İnsanların büyüklüğünü ölçmek için kullanılan bütün mikyaslarla ölçülsün! Acaba O'ndan daha büyük birisi var mıdır? Olamaz!"
Filozof değil elçi
Sanırım burada bir parantez açmak zorundayız, Resulullah efendimiz adı üzerinde Allah'ın resulüdür, filozof değildir, ortaya kanun sistem koymamış, sadece Cenab-ı hak'kın emir ve yasaklarını (ki biz ona şeriat diyoruz) bildirmeye çalışmıştır. Tek kelimeyle o kendisine kitap gönderilen bir elçidir ve o kitabın bir harfini bile değiştirmeye yanaşmamıştır... O, Server-i kainattır, Habibullahtır, Hatem-ül enbiyadır.
Lamartine, Fransa'ya döndüğü yıllarda da bir doğulu gibi davranır, mesela 11 yaşındaki kızı ölünce bir Müslüman gibi tevekkül eder, teselliyi "veren O alan O" vecizesinde arar. "Doğulu doğdum ve öyle de öleceğim" diyen ünlü edibin nasıl öldüğünü bilmiyoruz ama ne yazık ki onu batılı gibi uğurlarlar...(1869- Paris)...
Saatimaarif.com
Yabancı Gözüyle Türkler ve Osmanlı
Fransız şair Lamartine:
"Türkler bir ırk ve millet olmak haysiyetiyle yeryüzünün en şerefli insanlarıdır. Karakterleri pek asil ve yücedir... Asaletleri alınlarında ve amellerinde yazılıdır... Onların yurdu efendiler diyarıdır, kahramanlar, şehitler ülkesidir. Bence insaniyete şeref veren böyle bir milletin düşmanı olmak insanlığın düşmanı olmaktan farksızdır. Böyle bir lekeden Allah beni korusun."
Ünlü Türkolog Franz Babinger:
"Padişahın imparatorluğunda herkes kendi halinde bahtiyar olabilirdi. Mutlak bir dini hürriyet hüküm sürerdi ve kimse şu veya bu inanca sahip olduğundan dolayı bir zorlukla karşılaşmazdı."
Boğdan Beyi Büyük Stefan'ın ölüm döşeğinde oğullarına vasiyeti:
"Belki de yakında himayeye muhtaç olacaksınız. Asla Rus'a yanaşmayın, haindir sizi yok eder. Fakat kendinizi Osmanlılar'a emanet edin, adil ve merhametlidirler."
Protestan Mezhebi'nin Kurucusu Martin Luther:
"Sizin gibi gözü doymaz prenslerin, toprak ağalarının ve burjuvaların idaresi altında yaşamaktansa, Osmanlılar'ın idaresi fakirlere daha hayırlıdır."
Fransız Yazar J. Michelet:
"1526'da (Mohaç'a giden) 200.000 kişi ekilmiş tarlalara ayak basmadan ve tek bir ot koparmadan imparatorluğun Rumeli yakasını bir baştan bir başa geçmiştir."
Romen Tarihçisi ve Devlet Adamı Iorga:
"Bir asır içinde yerlerini Osmanlı İmparatorluğu'na terk eden Balkan Hıristiyan Devletleri umumiyetle sanıldığı gibi Hıristiyan dinini yoketmek isteyen mutaassıp bir düşmanın sebep olduğu dini bir katastrofla ortadan kaldırılmış değildirler."
Fransız Tarihçi Fernard Grenard:
"Türk hakimiyetinden yerli Hıristiyanlar bu bakımdan da memnundular ki Türkler gelmeden önce ülkeleri devamlı asayişsizlik ve tahribat içindeydi. Şimdi ise sükun hüküm sürüyordu... Viyana bozgunundan sonra Venedik geçici olarak Sakız ve Mora'yı işgal ettiler. O kadar zulüm yaptılar ki, Sakız ve sonra Mora'ya Türkler dönünce yerli Rumlar onları büyük sevinçle karşıladılar."
Cenevizli Chenier:
"Yirmi yedi yıl kadar önce bazı Protestan Fransızlar padişahın ülkelerinden birine sığınmayı tasarladılar. Bu kararlarının birinci sebebi katolik Fransa'nın Protestan Fransızlar'a karşı devamlı zulmü, ikinci sebebi ise Türklerin bütün dinlere karşı cihanşümul ve değişmez müsamahası idi."
Kimya-yi Saadet - İmam Gazali PDF
TÜRKÇE | PDF | 751 SAYFA | 25.3 MB | RAR
DOWNLOAD LINKS:
RAPID-SHARE DOWNLOAD
Dünya'nın En Büyük Donanması
Osmanlı Devleti'nin birçok liman şehrinde tersanesi vardı. Ama en büyüğü olan ve şöhreti dünyayı kaplayan Haliç üzerindeki İstanbul Tersanesi'ydi. Bu tersanenin dünyada eşi yoktu. Hiç bir tersane burası kadar gemi kızaklayamaz, işçi çalıştıramazdı. Akla gelebilecek her türlü sanat erbabı mevcuttu. İşçilerin çoğu hristiyan esirlerdi. Ama bedava değil, ücretle çalıştırılırlardı. Ücretlerini biriktirenler değerlerini öderler, hür olur, memleketlerine dönerlerdi. Ustaların ve mühendislerin hepsi Türk'tü. Tersanede çalışanların sayısı yaklaşık 20.000'di. İstenildiği an, bir yıl içinde, Venedik donanmasının bir eşini inşa etmek ve donatmak mümkündü. Denizci bir ülke olan Venedik bile, Osmanlı Devleti ile barış halinde olduğu zamanlarda bu tersaneye kadırga ısmarlardı.
Barbaros'un vekili Hasan Reis'in Cezayir'i almak için gelen Haçlı Kuvvetlerini bozguna uğrattıktan sonra Padişah'a sunulmak üzere gönderdiği hediyeleri getiren leventlerin bir kısmı İstanbul’a ilk kez gelmişlerdi. Çoğu Anadolu’nun küçük köylerinden Cezayir’e gittiklerinden İstanbul’u büyük bir şaşkınlık, heyecan ve hayranlıkla gezmişlerdi. Tersane-i Hümayun’da yaklaşık 20.000 kişinin 100'e yakın gemiyi inşa etmek için hep birlikte karınca gibi çalıştıklarını görünce, hayretlerinden dilleri tutuldu ve bu derece kudretli bir devletin tebası oldukları için Allah’a şükrettiler.
Türk Denizciliği, bu göz kamaştırıcı başarısını; üst düzeydeki denizcilik bilgisine, gemi yapımındaki üstün tekniğine, günümüzde bile hayranlık uyandıran lojistik destek sistemi ve üs zincirine, sahip olduğu mükemmel düzeydeki deniz haritalarına ve en önemlisi tüm bu konuları değerlendirip uygulayabilecek, inançlı ve üstün nitelikte denizciler yetiştirmesine borçludur. Osmanlılar, kadırgaları, barçaları, pergendeleri, baştardeleri ile mavi enginliklerde dolaşan usta denizcileri, ünlü haritacıları, gök bilimcileri ve savaş kahramanları ile tarih yazmış ve dünya denizcilik tarihine tartışmasız olarak damgalarını vurmuşlardır.
Barbaros.biz
İncil'in Tahrif Edildiğinin Belgesi
4. yüzyılda yazılmış olan St. Gerome’un itirafını gösteren önemli tarihsel belge, hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde mevcut İncillerin değişikliğe uğradığını, düzeltildiğini, tahrif edildiğini ve bu metnin Allah’dan gelen vahiy olduğuna inanılmasını imkânsız kılacak şekilde kötü tercüme edildiğini kanıtlıyor.
Aziz St. Gerome tarafından yazılmış bu mektup bu tarihi gerçeği ortaya koyuyor. İşte o tarihi mektup...
Aziz Gerome’den Papa Damaz’a
Eski bir eserden yeni bir iş çıkarmamı teşvik ediyor ve dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış bulunan İncil metinleri hakkında benim hükümde bulunmamı, bu metinlerden seçkiler yapmamı, hangisinin Yunanca metne daha yakın olduğunu tespit etmemi istiyorsun. Bu, ürkütücü ve bir o kadar da tehlikeli bir görevdir de, çünkü eski dünyanın üslubunu değiştirecek ve onu çocukluk aşamasına döndüreceğim (basitleştireceğim). Başkaları hakkında hükümde bulunmam başkalarının da benim yaptığım bu iş hakkında hüküm verecekleri anlamına gelir. Bilginler hatta cahillerden, benim bu eserimi ellerine aldıklarında, bu kadim esere cüretle bir şeyler ekleyip çıkardığımı ve yaptığım değişiklikleri görenlerden bana sövmeyen ve beni sahtekar ve kutsal şeyleri kirletmiş birisi olarak görmeyen olacak mıdır?
Bu rezalet karşısında, endişemi hafifletecek iki şey var: Birincisi, bunu senin emretmiş olman. İkincisi: Sapkın olanın hiçbir zaman hakkın yerine geçemeyeceği (duygusu). Bu, en bozuk bir ağzın bile kabul edeceği bir durum. Düşmanlarımızın hangisinin doğru olduğu konusunda (şaşkınlık yaşamamaları için) Latince elyazmalarındaki tercümeye bazı güven verici unsurları eklememe (ne dersin?). Çünkü ortada metinleri arasında bir sürü farklar olan İnciller var. Niçin cahil mütercimlerin yanlış anlamalarla tahrif ettiği hatta kötü niyetle hareket ederek değişikliğe gittikleri, hatta bazılarının tadil ettiği kısımları Yunan kaynaklarına dayanarak düzeltmemi hoş karşılamıyorlar?
Şayet el yazmalarını birbirine ekleyeceksek, kendilerini alim sanan zatlar tarafından yapılan başarısız değişiklikler, uyuklamakta olan çevirmenlerin yaptığı hatalar ve yanlış çevirilerden bizi uzaklaştıracak Yunanca asıllarına dönmemiz hususunda bizi engelleyen şey nedir? Ben burada İbraniceden Yunancaya oradan da Latinceye yapılan çevirilerle üç aşamada bize ulaşan Yunanca Sebiniyye tercümesinden ve Ahd-i Atik’ten bahsetmiyorum. Burada Aquila ya da Symmakus’un ne diyeceklerinden ya da Theodotion’ın eski çevirmenlerle yeni çevirmenler arasında orta bir yolu niçin tercih ettiğini de söz konusu etmek istemiyorum. Ben Havarilerin aşina olabilme ihtimalinin olduğu çeviriye dayanmak istiyorum. Şimdi de Yeni Ahit’ten bahsedeceğim. Şüphesiz, Matta İncil’i hariç bu mektupların tümü Yunanca yazılmış. İncil yazarlarından Matta’nın Yahudilerin bölgelerinde bulunduğu için bunu yazarken İbraniceden yararlandığını biliyoruz. Bu İncil’in (Matta İncili’nin), yararlandığı kaynakların çokluğu nedeniyle bize ulaşan İncil’den tamamıyla farklılık arz ettiğini görüyoruz. Ben asıl metne bakmayı tercih ettim. Bazılarının hiç hak etmediği halde cansiperane savunduğu Luciano ya da Hesychio (tarafından yapıldığı) ileri sürülen çevirilerden yararlanmak da istemiyorum. Farklı halkların dilleriyle bize ulaşan İnciller, metinlerin içerisinde var olan hataları bize gösteriyor. Kendi dilimizde yazılmış olan nüshalar açısından mutlaka itiraf etmem gereken şey, bu metinlerden yararlanamadığımdır.
Bu mütevazı önsöz, Yüce İnciller’in şu şekilde tertip edilmesini öneriyor: Matta, Markus, Luka ve Yuhanna. Bunların düzeltilmesi en eski Yunan yazmaları gözden geçirilerek yapıldı. Latince nüshaların içeriğinden de çok fazla uzaklaşılmadı. Bize ilk şekliyle ulaşan bölümleri dokunmadan, gerçek manadan bütünüyle uzak görünen kısımları düzeltmekten başka bir şey yapmadım ve (bu kısmı) B harfiyle işaretledim. İskenderiyeli Ammonium’un verdiği bilgilere göre Kayserili Eusebius’un yaptığı ve yaklaşık on bölüme ayrılmış olan çeviriye gelince sadece Yunanca anlama bağlı kalarak dilimize aktardım. Burada herhangi bir fazlalık ya da birbirine benzeyen, ayrı olan ya da on kısma bölünen (çeviriden) tamamen farklılaşan bölümleri bilebilmek mümkün olacaktır. Çünkü zamanla kitaplarımızda hatalar birikebilir. İncil, bu anlamda diğer (kitaplardan) ayrıdır. Buna da (H) harfiyle işaret ettim.
Bu ikisi arasını bulma çabası sırasında bazı hatalar elbette oldu. Bu nedenle Latince çeviride ciddi karışıklıklar göreceksin. (Dört İncil) Yazarlardan biri, daha fazla şey söylemiş olabilir, az olduğunu düşündükleri hususta buna eklemelerde bulunmuşlardır. Markus, bir çok bölümde, her İncil’in sadece ilgilendiği konuları korurken Luka ve Matta’dan aktardığını söylemekte. Matta ise Yuhanna ve Markus’tan aktarıyor. Her biri elindeki İncil nüshalarından aktarma yapıyor. Bu yüzden benim önerdiğim keşif okuması yapıldığında hiçbir karışıklık olmayacak, karışıklıklar ve yanlışlar giderildikten sonra bu iki nüsha arasındaki benzerlikler olduğu bilinecektir.
Ortaya çıkan benzerliklere bakarsak, birinci bölümde Matta, Markus, Luka ve Yuhanna’dan müteşekkil dört İncil arasında uyum olduğunu görürüz. İkinci bölümde sadece Markus’la Yuka arasında, üçüncü bölümde Matta, Luka ve Yuhanna arasında, dördüncü bölümde Matta, Markus ve Yuhanna arasında, beşinci bölümde Matta ile Luka arasında, altınca bölümde Matta ve Markus, arasında, Yedinci bölümde Matta ve Yuhanna arasında, sekizinci bölümde Luka ile Markus arasında, dokuzuncu bölümde Luka ile Yuhanna arasında, onuncu bölümde başka İncillerde olmayan her birin İncilin kendine has ifadeleri olduğunu görmekteyiz
Rakamlar siyah renkte olacak ve bu anlamın bulunduğu İncil’i göstermesi için hemen altında kırmızı renkli başka bir rakam olacak. Kitap açıldığında hangi bölümün hangi tercümeye ait olduğunun bilinmek istenmesi durumunda aşağıda eklediğim rakamlar sayesinde bunu bilmek mümkün olacak. Listelerin bulunduğu sayfaların başına dönüldüğünde ve her İncil’in başında hangi bölümü kimin tercümesi olduğunun belirlenmesi sayesinde her farklı başlığın yazarının rakamını bulmak mümkün olacaktır. Bu son bölümün yakınlarında birbirine benzeyen maddelerin isimleri bulunacak. Böylece aynı bölümde bulunan rakamlara muttali olmak mümkün olacak. Bu bilgilerin kontrolünden sonra belirlenen rakamlar takip edilerek istenen her kısma ulaşılabilecek. Ayrıca birbirine benzeyen bölümler de bilinecek.
İsa Mesih sayesinde hayırlarda olmanızı ve beni unutmamanızı rica ediyorum Ey Papa Hazretleri!
Aziz St. Gerome tarafından yazılmış bu mektup bu tarihi gerçeği ortaya koyuyor. İşte o tarihi mektup...
Aziz Gerome’den Papa Damaz’a
Eski bir eserden yeni bir iş çıkarmamı teşvik ediyor ve dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış bulunan İncil metinleri hakkında benim hükümde bulunmamı, bu metinlerden seçkiler yapmamı, hangisinin Yunanca metne daha yakın olduğunu tespit etmemi istiyorsun. Bu, ürkütücü ve bir o kadar da tehlikeli bir görevdir de, çünkü eski dünyanın üslubunu değiştirecek ve onu çocukluk aşamasına döndüreceğim (basitleştireceğim). Başkaları hakkında hükümde bulunmam başkalarının da benim yaptığım bu iş hakkında hüküm verecekleri anlamına gelir. Bilginler hatta cahillerden, benim bu eserimi ellerine aldıklarında, bu kadim esere cüretle bir şeyler ekleyip çıkardığımı ve yaptığım değişiklikleri görenlerden bana sövmeyen ve beni sahtekar ve kutsal şeyleri kirletmiş birisi olarak görmeyen olacak mıdır?
Bu rezalet karşısında, endişemi hafifletecek iki şey var: Birincisi, bunu senin emretmiş olman. İkincisi: Sapkın olanın hiçbir zaman hakkın yerine geçemeyeceği (duygusu). Bu, en bozuk bir ağzın bile kabul edeceği bir durum. Düşmanlarımızın hangisinin doğru olduğu konusunda (şaşkınlık yaşamamaları için) Latince elyazmalarındaki tercümeye bazı güven verici unsurları eklememe (ne dersin?). Çünkü ortada metinleri arasında bir sürü farklar olan İnciller var. Niçin cahil mütercimlerin yanlış anlamalarla tahrif ettiği hatta kötü niyetle hareket ederek değişikliğe gittikleri, hatta bazılarının tadil ettiği kısımları Yunan kaynaklarına dayanarak düzeltmemi hoş karşılamıyorlar?
Şayet el yazmalarını birbirine ekleyeceksek, kendilerini alim sanan zatlar tarafından yapılan başarısız değişiklikler, uyuklamakta olan çevirmenlerin yaptığı hatalar ve yanlış çevirilerden bizi uzaklaştıracak Yunanca asıllarına dönmemiz hususunda bizi engelleyen şey nedir? Ben burada İbraniceden Yunancaya oradan da Latinceye yapılan çevirilerle üç aşamada bize ulaşan Yunanca Sebiniyye tercümesinden ve Ahd-i Atik’ten bahsetmiyorum. Burada Aquila ya da Symmakus’un ne diyeceklerinden ya da Theodotion’ın eski çevirmenlerle yeni çevirmenler arasında orta bir yolu niçin tercih ettiğini de söz konusu etmek istemiyorum. Ben Havarilerin aşina olabilme ihtimalinin olduğu çeviriye dayanmak istiyorum. Şimdi de Yeni Ahit’ten bahsedeceğim. Şüphesiz, Matta İncil’i hariç bu mektupların tümü Yunanca yazılmış. İncil yazarlarından Matta’nın Yahudilerin bölgelerinde bulunduğu için bunu yazarken İbraniceden yararlandığını biliyoruz. Bu İncil’in (Matta İncili’nin), yararlandığı kaynakların çokluğu nedeniyle bize ulaşan İncil’den tamamıyla farklılık arz ettiğini görüyoruz. Ben asıl metne bakmayı tercih ettim. Bazılarının hiç hak etmediği halde cansiperane savunduğu Luciano ya da Hesychio (tarafından yapıldığı) ileri sürülen çevirilerden yararlanmak da istemiyorum. Farklı halkların dilleriyle bize ulaşan İnciller, metinlerin içerisinde var olan hataları bize gösteriyor. Kendi dilimizde yazılmış olan nüshalar açısından mutlaka itiraf etmem gereken şey, bu metinlerden yararlanamadığımdır.
Bu mütevazı önsöz, Yüce İnciller’in şu şekilde tertip edilmesini öneriyor: Matta, Markus, Luka ve Yuhanna. Bunların düzeltilmesi en eski Yunan yazmaları gözden geçirilerek yapıldı. Latince nüshaların içeriğinden de çok fazla uzaklaşılmadı. Bize ilk şekliyle ulaşan bölümleri dokunmadan, gerçek manadan bütünüyle uzak görünen kısımları düzeltmekten başka bir şey yapmadım ve (bu kısmı) B harfiyle işaretledim. İskenderiyeli Ammonium’un verdiği bilgilere göre Kayserili Eusebius’un yaptığı ve yaklaşık on bölüme ayrılmış olan çeviriye gelince sadece Yunanca anlama bağlı kalarak dilimize aktardım. Burada herhangi bir fazlalık ya da birbirine benzeyen, ayrı olan ya da on kısma bölünen (çeviriden) tamamen farklılaşan bölümleri bilebilmek mümkün olacaktır. Çünkü zamanla kitaplarımızda hatalar birikebilir. İncil, bu anlamda diğer (kitaplardan) ayrıdır. Buna da (H) harfiyle işaret ettim.
Bu ikisi arasını bulma çabası sırasında bazı hatalar elbette oldu. Bu nedenle Latince çeviride ciddi karışıklıklar göreceksin. (Dört İncil) Yazarlardan biri, daha fazla şey söylemiş olabilir, az olduğunu düşündükleri hususta buna eklemelerde bulunmuşlardır. Markus, bir çok bölümde, her İncil’in sadece ilgilendiği konuları korurken Luka ve Matta’dan aktardığını söylemekte. Matta ise Yuhanna ve Markus’tan aktarıyor. Her biri elindeki İncil nüshalarından aktarma yapıyor. Bu yüzden benim önerdiğim keşif okuması yapıldığında hiçbir karışıklık olmayacak, karışıklıklar ve yanlışlar giderildikten sonra bu iki nüsha arasındaki benzerlikler olduğu bilinecektir.
Ortaya çıkan benzerliklere bakarsak, birinci bölümde Matta, Markus, Luka ve Yuhanna’dan müteşekkil dört İncil arasında uyum olduğunu görürüz. İkinci bölümde sadece Markus’la Yuka arasında, üçüncü bölümde Matta, Luka ve Yuhanna arasında, dördüncü bölümde Matta, Markus ve Yuhanna arasında, beşinci bölümde Matta ile Luka arasında, altınca bölümde Matta ve Markus, arasında, Yedinci bölümde Matta ve Yuhanna arasında, sekizinci bölümde Luka ile Markus arasında, dokuzuncu bölümde Luka ile Yuhanna arasında, onuncu bölümde başka İncillerde olmayan her birin İncilin kendine has ifadeleri olduğunu görmekteyiz
Rakamlar siyah renkte olacak ve bu anlamın bulunduğu İncil’i göstermesi için hemen altında kırmızı renkli başka bir rakam olacak. Kitap açıldığında hangi bölümün hangi tercümeye ait olduğunun bilinmek istenmesi durumunda aşağıda eklediğim rakamlar sayesinde bunu bilmek mümkün olacak. Listelerin bulunduğu sayfaların başına dönüldüğünde ve her İncil’in başında hangi bölümü kimin tercümesi olduğunun belirlenmesi sayesinde her farklı başlığın yazarının rakamını bulmak mümkün olacaktır. Bu son bölümün yakınlarında birbirine benzeyen maddelerin isimleri bulunacak. Böylece aynı bölümde bulunan rakamlara muttali olmak mümkün olacak. Bu bilgilerin kontrolünden sonra belirlenen rakamlar takip edilerek istenen her kısma ulaşılabilecek. Ayrıca birbirine benzeyen bölümler de bilinecek.
İsa Mesih sayesinde hayırlarda olmanızı ve beni unutmamanızı rica ediyorum Ey Papa Hazretleri!
Boykot İçin Tüm Ülkelerin Bar Kodları
Aşağıdaki listeden müslüman ülkelere savaş için asker gönderen ve islama hakaret edenleri seçip boykot edebilirsiniz.
00-13 ABD & Kanada
20-29 Yerel kullanım (depo,ambar)
30-37 Fransa
400-440 Almanya
45 Japonya
46 Rusya
471 Tayvan
474 Estonya
475 Letonya
477 Litvanya
479 Sri Lanka
480 Filipinler
482 Ukrayna
484 Moldovya
485 Ermenistan
486 Gürcistan
487 Kazakistan
489 Hong Kong
49 Japonya
50 Birleşik Krallık (UK)
520 Yunanistan
528 Lübnan
529 Kıbrıs Rum Kesimi
531 Makedonya
535 Malta
539 İrlanda
54 Belçika & Lüksemburg
560 Portekiz
569 İzlanda
57 Danimarka
590 Polonya
594 Romanya
599 Macaristan
600-601 Güney Afrika
64 Finlandiya
69 -690 Çin
70 Norveç
729 İsrail
73 İsveç
740-745 Guatemala ,El Salvador,Honduras, Nikaragua, Kosta&Rika,Panama
746 Dominik cumhuriyeti
750 Meksika
759 Venezuela
76 İsviçre
770 Kolombiya
773 Uruguay
775 Peru
777 Bolivya
779 Arjantin
780 Şili
784 Paraguay
785 Peru
786 Ekvador
789 Brezilya
80-83 İtalya
84 İspanya
850 Küba
858 Slovakya
859 Çek cumhuriyeti
860 Yugoslavya
87 Hollanda
880 Güney Kore
885 Tayland
888 Singapur
890 Hindistan
893 Vietnam
90-91 Avusturya
93 Avustralya
94 Yeni Zelenda
Sultan Ahmet Camii - Paper 3D Model PDF
PDF | 30 + 14 PAGES | 3.00 + 1.95 MB | RAR
Information: Formally known as Sultan Ahmed Camii, this mosque was built by Sultan Ahmed I, over seven years between 1609 and 1616, and is known as one of the world's most beautiful Islamic mosques.
Called 'camii' in Turkish, the interior walls of the mosque are decorated with around 21,000 beautiful blue and white Iznik ceramic tiles, giving the mosque its more popular name of 'Blue Mosque'. Some 260 stained glass windows help create a beautifully mystical atmosphere as light streams through them. The mosque is still in use as a place of worship.
The main dome is approximately 43 meters high, with a diameter of approximately 23 meters, and is supported by four marble columns, each measuring roughly 5 meters in diameter. The only mosque in the world to feature six minarets, the Blue Mosque is one of Turkey's World Heritage sites.
DOWNLOAD LINKS:
RAPID-SHARE DOWNLOAD
Asla "Neden Ben?" Demeyin!
Meşhur Wimbledon'un ilk zenci Şampiyonu Arthur Ashe kan naklinden kaptığı AIDS'den ölüm döşeğindeydi..
Hayranlarından biri sordu.. "Tanrı böylesine kötü bir hastalık için neden seni seçti?"
Arthur Ashe cevap verdi..
"Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar, 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir, 500 bini profesyonel tenisçi olur, 50 bini yarışmalara girer, 5 bini büyük turnuvalara erişir, 50'si Wimbledon'a kadar gelir, 4'ü yarı finale, 2'si finale kalır. Elimde şampiyonluk kupasını tuttuğum zaman Tanrı'ya 'Neden ben?' diye hiç sormadım. Şimdi sancı çekerken, Tanrı'ya nasıl 'Neden ben?' derim?.
Mutluluk insanı hoş yapar. Başarı ışıl ışıl.. Zorluklar güçlü.. Hüzün insanı insan yapar, yenilgi mütevazı..
Tarihin mübarek hatunlarından Rabiatül adeviye bir gün başı ağrıyınca bir tülbenti başına sarıvermişti. Sarıvermesi ile çıkarıp atması bir olmuş. Kendi kendine” Ey utanmaz nefsim. Rabbim yıllar boyu sağlık, afiyet verdi. Birgünden bir güne bu sağlığını belirtecek bir zünnarı başına sarmamışken, bir defacık başın ağrıyınca başına bu zünnarı bağlayıp, dünya aleme ilan etmeye haya etmiyormusun” diye nefsine öfkelenivermiş.
Başınıza gelen sıkıntı ve müsibetlerde dahi ALLAH’a asla 'Neden ben?' diye sormayın. Şekva etmeyin. Sabrederek ve size verdiği nimetlere teşekkür ederek karşılayın. Ne olacaksa olur zaten.
Hoştur bana senden gelen
Ya hilat yahut kefen
Ya taze gül yahut diken
Kahrın da hoş lutfun da hoş.
Gelse celalinden cefa
Yahut cemalinden vefa
Ikisi de cana safa
Kahrın da hoş lutfun da hoş...
Gidaraporu
Hazreti Mevlana´dan Tavsiyeler
Şu üç şey hakkında dudağını kıpırdatma: Gittiğin yol, paran, bir de mezhebin.
Çünkü bu üçünün de düşmanı çoktur. Düşman bildi mi sana pusu kurar. (1/84-85/1047-1048)
Ok gibi doğru ol da yaydan kurtul. Çünkü her doğru okun, yaydan fırlayacağına şüphe yoktur. (1/111/1385)
Söz söylemek için önce dinlemek gerekir. Söze, kulak verme yolundan gir.
Dinleme ihtiyacı olmaksızın anlaşılan söz, ancak tamahsız ve ihtiyaçsız olan Allah’ın sözüdür. (1/131/ 1627, 1629)
Sel akmağa başlar başlamaz önünü kes, yolunu bağla. Yoksa alemi perişan ve harap eder, her tarafı yıkar.
Fakat harap olmaktan niye gamlanayım? Harabenin altında padişah hazinesi var! (1/139/1743-1744)
Kimin namazında mihrab ve kıblesi Ayn (Allah’ın zatı, cemali) olursa onun tekrar iman tarafına gitmesini ayn ve kusur bil. (1/141/1765)
(Hak) Bu yolda yolun, tırmalan, son nefese kadar bir an bile boş durma!
Olabilir ki son nefeste bir dem inayete erişirsin. O inayet, seni sırdaş eder. (1/146/1822-1823)
Dünyanın lütfetmesi ve yaltaklanması, hoş bir lokma-dır, ama az ye. Çünkü ateşten bir lokmadır!
Ateş gizlidir, zevki meydanda. Dumanı sonunda mey-dana çıkar. (1/148/1855-1856)
Nefis, çok övülmesi yüzünden firavunlaştı. Alçak gönüllü, hor, hakir ol; ululuk taslama!
Elinden geldikçe kul ol, sultan olma! Top gibi zahmet çekici ol, çevgân olma!
Yoksa; senin bu letâfetin, bu güzelliğin kalmayınca o, seninle düşüp kalkanlar, senden usanırlar. (1/149/1867-1870)
“Zamanınızdaki günlerde Rabbinizin güzel kokuları vardır. Kendinize gelin; o güzel kokuları almaya çalışın.” (1/155/ Hadis)
Sen mâdem ki zahiri önü, sonu düşünmektesin, ancak ve ancak bu gam ve neşe alemindesin. Ey hakikatte yok olan!. Yok olan; nerede ön, nerede son!
Yağmurlu gündür, gece çağına kadar yürü! Bu yağmur bildiğimiz yağmur değil, Rahmet yağmurlarından. (1/160/ 2010-2011)
Eğer, “cüzü külle muttasıl”dır, ayrılmaz dersen diken ye, gül isteme. Diken de gülden ayrılmaz.
“Cüzü külle” ancak bir yüzden bağlıdır. Yoksa Hakk’ın peygamberleri göndermesi abes olurdu. (1/226/2811-2812)
Sakın, endişelerden sakın! Fikir, aslan ve yaban eşeğidir; gönüller de ormanlıklar.
Perhizler, ilaçların başıdır. Çünkü kaşınma uyuzluğu artırır.
Perhiz, şüphe yok ki ilacın aslıdır. Düşüncelerden perhiz et de can kuvvetini gör! (1/234/2909-2911)
Akıllı, o kişidir ki, çekinilen belada dostların ölümünden ibret alır. (1/250/3114)
Kendinize gelin. Allah’ın gayreti, pusudan çıkmayı görsün: baş aşağı yerin dibine gidersiniz. (1/273/3417)
Vehmi, fikri, duyguyu, anlayışları sopa gibi çocuk atı bil!
Gönül ehlinin ilimleri, kendilerini taşır. Ten ehlinin ilimleriyse kendilerine yüktür.
Gönle uran, adamı gönül ehli yapan ilim, insana fayda verir. Yalnız tene tesir eden, insana mal olmayan ilim yükten ibarettir. (1/275/3445-3447)
Hakikati olmayan bir adı hiç gördün mü? Yahut ‘Kâf’ ve ‘Lâm’ harflerinden gül topladın mı?
Mâdem ki, ismi okudun; var müsemmayı da ara. Ayı gökte bil, derede değil!
Addan ve harften geçmek istersen hemencecik kendini tamamıyla kendinden arıt (yok ol!)
Demir gibi demirlikten çık, renksiz bir hale gel. Riyazatta tozsuz, passız bir ayna ol!
Kendini kendi vasıflarından arıt ki, asıl kendi saf, pak zatını göresin.
O vakit kitap, müzakereci ve üstat olmaksızın gönlün-de peygamberlerin ilimlerini görür bulursun. (1/276/3456-3462)
Din ehlini kin ehlinden ayırt et; Hak’la oturanı ara, onunla otur! (1/297/3719)
Maksada sabırla erişilir, aceleyle değil. Sabret, doğrusunu Allah daha iyi bilir. (1/319/4004)
Aslanlar gibi avını kendin avla. Yabancının yaltaklan-masını da terk et, akrabanın yaltaklanmasını da!
Aşağılık kişilerin hürmetini, hatır saymasını, o halden bil. Kimsesizlik, adam olmayan kişilerin işvesinden iyidir. (2/21/261-262)
Miski tene sürme, gönle sür. Misk nedir? Ululuk sahibi Allah’ın adı. (2/21/266)
Temiz şeyler temizlere aittir; pis şeyler de pislere.... kendine gel!
Kin yüzünden yol azıtanlara kin tutma. Çünkü onların kabirlerini de kin tutanların yanına kazarlar.
Kinin aslı “cehennem”dir. Senin kinin o küllün cüzüdür, dinin de düşmanı. (2/22/272-274)
Kim seni haktan hakikatten soğutursa bil ki, şeytan o adamın içindedir. Derisinin altında gizlenmiştir.
Böyle bir adamın içine girip, böyle bir adamın sûretine bürünüp seni aldatamazsa hayaline girer de seni o hayaller kötülüğe sevk eder.
Seni gâh gezip eğlenme, gâh dükkan açıp alışveriş etme, gâh ilim öğrenme, gâh ev bark kurup çoluk çocuk sahibi olma hayallerine düşürür.
Kendine gel, hemen “Lâ Havle” de. Ama sade dille değil; candan gönülden! (2/49/639-642)
Âdem oğlu da iflası sabit oluncaya kadar bu dünya hapishanesinde kalır.
Rabbimiz de İblis’in müflisliğini Kur’an’la bize bildir-miş, her tarafa yaymıştır.
O; hilekar, müflis ve kötü sözlüdür. Onunla hiçbir sûretle ortak olma, oyuna girişme!
Alış-verişe girişirsen kâr edemezsin, çünkü o müflistir, ondan nasıl olur da bir şey elde edebilirsin? diye anlatmıştır. (2/50/653-656)
Ey çarelere başvuran, ölünün gözü nasıl cana bakarsa sen de gözünü lâmekan alemine çevir, aklını başına al.
Varlık alemi çarelerle doludur da Allah, bir pencere açmadıkça yine çare yok!
Bu cihan, cihetsiz lâmekan aleminden meydana gelmiş, bu cihana lâmekan aleminden bir mekan verilmiştir.
Allah’ı candan-gönülden seviyorsan varlıktan yokluğa dön.
Bu yokluk, gelir yeridir; ondan kaçınma. Bu varlık da çok olsun, az olsun, gider yeridir!
Hak sanatının tezgah evi, mâdem ki yokluktur. O hal-de tezgah evinin dışında ne varsa değersizdir. (2/53/685-690)
Padişahlıktan feragat edeni padişah bil. Onun nuru ayla güneş olmaksızın da parlar durur. (2/112/1469)
Kendini ücret tuzağına teslim et de sonra kendinden, kendiliğin olmaksızın bir şey çal.
Yaralıya, vücudundan temreni çıkarabilmek için afyon verir, uyuturlar.
Ölüm vaktinde de adama elem ve ıstırap verirler. O halde meşgulken canını alıverirler.
Şu halde anlıyorsun ya, gönlünü her hangi bir düşünceye verdin mi, gizlice senden bir şey alacaklardır.
Her ne düşünür, her ne elde edersen hırsız, emin olduğun yerden gelip çatmaktadır.
Binaenaleyh, en iyi işe koyul da, hırsız senden hiç olmazsa en bayağı bir şeyi, en aşağı bir şeyi alıp götürebilsin.
Tacirin yükü suya düşerse ondan daha iyi bir kumaşa el atar.
Senin de, mâdem ki suya bir şeyin düşecek, mahvolacak, en aşağı şeyi terk et de daha iyisini bul! (2/115/1502-1509)
‘Hiss’e ait gözüne toprak serp. His gözü akla da düşmandır, dine de.
Hak Teâlâ, duygu gözüne “kör” dedi, “putperest” dedi, “bizim zıddımız” dedi. Çünkü o, köpüğü gördü de denizi görmedi. Bu demi gördü de yarını görmedi.
Bugünün sahibi de O’dur, yarının sahibi de. Her ana sahip olan, önünde durup durur da o, hazineden bir pul bile görmez.
Bir zerre bile o güneşten haber verir ve güneş: o zerreye kul, köle kesilir.
Birlik denizinin elçisi olan katraya, yedi deniz esir olur. (2/123/1607-1612)
Gönül istemeden ağza gelen latif sözler, külhandaki yeşilliğe benzer, dostlar.
Uzaktan bak, geç. Yavrum, onlar yemeye, kokmaya gelmez.
Vefasızlara gitme. Onlar; iyi dinle, ‘yıkık köprü’ dür.
Bilgisiz biri oraya ayak basarsa köprü de yıkılır, ayağı da kırılır.
Asker, nerede bir bozgunluğa uğrarsa, iki-üç karı tabiatlı adamın yüzünden uğrar.
O, erkek gibi silahlanıp savaş safına girer. Diğerleri de “İşte tam dost”, diye ona güvenirler.
Fakat savaş zahmetlerini gördü mü yüz çevirir. Onun kaçışı senin manevi kuvvetini de kırar. (2/218/2840-2846)
(O adam ki) İbadet-i kışırdan ibaret, içi yok. Cevizler çok ama içleri boş!
İbadetlerin netice vermesi için zevk gerek. Tohumun ağaç olması için iç gerek!
İçsiz tohum, fidan olur mu? Cansız sûret de hayalden başka bir şey değil. (2/261/3395-3397)
Ticarette kamil değilsen yalnız başına dükkan açma, yoğrulup kemale gelinceye dek birisinin hükmü altına gir!
“Susun, dinleyin!” emrini işit, sükut et. Mâdem ki Hak dili olamadın, kulak kesil.
Söylersen bile sual tarzında söz söyle. Padişahlar padi-şahıyla edepli konuş!
Kibir ve kinin başlangıcı şehvettendir. Şehvetinin yerleşip kuvvetlenmesi de ‘itiyat’ yüzündendir.
Kötü huy, adet edindiğinden dolayı sağlamlaşır, yerleşir, seni ondan vazgeçirmek isteyene kızarsın.
Toprak yemeye alışırsan, kim seni bundan menetmeye kalkışırsa onu düşman sayarsın.
Puta tapanlar, bu tapmayı huy edindiklerinden men edenlere düşman olmuşlardır. (2/265-266/3455-3462)
Bakır, altın olmadıkça bakırlığını: gönül padişah olmadıkça müflisliğini bilmez.
Bakır gibi sen de iksire hizmet et. Gönül, dildarın cevrini çek.
Dildar kimdir? İyice bil. Dildar, ehl-i dildir. Çünkü ehl-i dil olan, gece ve gündüz gibi cihandan kaçıp durmakta, alemde eğleşmemektedir.
Allah kulunun ayıbını az söyle, padişahı hırsızlıkla az kına. (2/267/3475-3477)
Addan geç, sıfatına bak da sıfatlar, seni zata ulaştırsın.
Halkın ihtilafı addan meydana gelir. Fakat manaya ulaşınca rahatlaşırlar. (2/283/3679-3680)
Her an, canının bir cüzü ölüm halindedir, her an can verme zamanındadır. Can verme anında imanını gör, gözet!
Ömrün, altın kesesine benzer, geceyle gündüz de para sayan adamdır.
Bilmeden, anlamadan sayar-durur, nihayet kese boşa-lır, ay tutulur.
Dağdan alsan da yerine koymasan dağ bile yerinde kalmaz, yok olur, gider.
Şu halde her an yerine karşılık koy ki “Secde et de yaklaş.” âyetinin maksadı neyse bulasın. (3/11/123-127)
Akıllı kişi, sakın şeytanın hilesinden! Yoksulların, muhtaçların seslerini içeriye duy da hilebaz kişinin sesi, kulağını tutup çekmesin!
Yoksullar, tamahkar ve kötü huylu adamlarsa bile sen yine gönül sahibini onlar içinde ara!
Denizin dibinde inciler, taşlarla karışık halde bulunur. Övülecek şeyler; kusurlar, ayıplar arasında bulunur. (3/69/864-866)
Ey nazik adam, ileri giden son gelenlerden ol. Taze ve turfanda meyve, ağaca nazaran daha ileridedir, derecesi daha üstündür.
Gerçi meyve ağaçtan sonra vücuda gelir, fakat hakikatte evvel odur, çünkü ağaçtan maksat odur. (3/91/ 1128-1129)
Kötüye yorma, vehimlenme; insanı hiçbir hastalığı yokken hasta eder.
Kabul edilmesi farz olan peygamber hadisidir bu : “Hasta değilken kendinizi hasta gösterirseniz gerçekten hastalanırsınız.” (3/128/1579-1580)
Anlatılanı anlamaya, söyleneni dinlemeye liyakatin yoksa, söz söyleyenin söyleme kabiliyeti seni görür, anlar, yatar, uyur!
Arayan, ‘aradığını bulsun’ diye yerde ne biterse ihtiyaç sahibi için biter. (3/262/3207-3208)
Nerede dert varsa deva-şifa oraya gider, nerede yoksulluk varsa nimet oraya varır.
Müşkül neredeyse cevap ordadır, gemi neredeyse su ordadır.
Suyu az ara, susuzluğu elde et de sular yukarıdan da coşsun, aşağıdan da fışkırsın!
Boğazcağızı nazik yavrucak doğmasaydı onu besleyecek süt nasıl olur da memeden akardı? (3/262/3210-3213)
Cevherleri gizli olan can ekinleri içinde kevser suyuyla dolu rahmet bulutları var. Susuz kal, susa da “Onları Rab’leri sular” lûtfu hitabı gelsin. (3/262/3219)
“İbret almayı, uyanmayı Allah’tan dile; kitaptan, sözden, harften, duraktan değil!” (3/267/3271)
Allah, “Kaybettiğiniz şeylere eseflenmeyin, hatta kurt gelse de keçinizi yese bile.” buyurdu.
O bela, daha büyük belaları defetmek, o ziyan daha şiddetli ziyanları menetmek içindir. (3/266/3264-3265)
Ey insan, cisim ve mal ziyanı, cana faydadır, canı vebalden kurtarır.
Sende riyazatla, canla, başla müşteri ol. “Tenini riya-zata verdin mi canını kurtardın.” demektir. (3/277/3396-3397)
Sen istemezsin, sebep olamazsın ama burnun kanar, bir hayli de kan akar derken ateşin geçer, kurtulursun.
Her meyvenin içi, kabuğundan yeğdir, iyidir. Teni de kabuk; sevgiliyi iç bil!
İnsan, pek latif bir içe maliktir. İnsansan bir an olsun onu ara! (3/279/3416-3418)
Ölümü, bir ‘Yusuf’ gören, canını feda eder; kurt olarak görense yolunu sapıtır!
Oğul, herkesin ölümü, kendi rengindendir. Düşmana düşmandır, dosta dost!
Ayna Türk’e nazaran güzel bir renktedir. Zenci’ ye nazaran o da zencidir. (3/280-281/3438-3440)
Ey can, aklını başına devşir. Ölümden korkup kaçarsın ya, doğrucası sen, kendinden korkmaktasın.
Gördüğün, ölümün yüzü değil, kendi çirkin yüzün: canın bir ağaca benzer.... ölüm yaprağıdır.
İyiyse de senden yetişmiş, yeşermiştir; kötüyse de. Hoş, nahoş... gönlüne gelen her şey, senden, senin varlığın-dan gelir. (3/281/3441-3443)
Kızgınlığın, cehennem ateşinin tohumudur. Kendine gel de şu cehennemini söndür, çünkü o bir tuzaktır. (3/284/ 3480)
Düşmanlığa kalkışacaksan düşmanlık edebileceğin birisiyle çarpış (savaş) ki onu esir edebilmek mümkün olsun. (3/295/3625)
Babam, Allah’ın rahmetini şöyle bil: O rahmet vehme bile sığmaz, yalnız eseri görünür! (3/296/3634)
Bir şeyin hem nefyedilmesi caizdir, hem ispat edilmesi. Çünkü zahiri görünüş aykırıdır. Nispet de iki türlü olabilir.
Allah’ın “O taşları attığın zaman yok mu? Onları sen atmadın ki... Allah attı.” demesinde hem nefiy vardır, hem ispat: ve ikisi de yerindedir.
Onları sen attın, çünkü taşlar senin elindeydi, fakat sen atmadın, çünkü o atış gücünü Allah ızhar etti.
İnsanoğlunun kuvvetinin bir haddi-hududu vardır. Bir avuç toz-toprak nasıl olur da bir orduyu bozar, kırıp geçirir?
Avuç senin avucundur ama atış bizden. Bu iki nispetin nefyi de yerindedir, ispatı da. (3/298-299/3658-3662)
Gönül, sana da vefa etmez, seni de terk edip gider. O senden vazgeçmeden sen ondan vazgeçmeye çalış! (3/302/3699)
Alemde bütün anlayışlar, durup dinlenmezler... meydanda koşup gelme zamanıdır; oturup zevkle içkiye dalma zamanı değil ! (3/304/3723)
Gam ye de, gam artıranların, seni derde sokanların ekmeğini yeme çünkü akıllı adam gam yer, çocuksa şeker !
Neşe şekeri, gam bahçesinin meyvesidir. Bu ferah yaradır; o gam, merhem.
Gam gördün mü aşkla kucakla.... Şam’a Rübve tepe-sinden bak !
Akıllı adam, şarabı üzümde görür.... âşık varı yokta bulur. (Hakim-i Gaznevi’den, 3/306/3751-3754)
Oğul, her şüphe yakine susamıştır. Şüphe arttıkça yakine ulaşmak için daha ziyade çırpınır, kol-kanat açar, uçmaya çalışır.
İlim mertebesine ulaştı mı, kanadı ayak kesilir, gayrı uçmaya ihtiyacı kalmaz.
Çünkü bilgisi yakin kokusunu almaya başlamıştır. Bu sınanmış yolda ilim, yakından aşağıdır, şüphe yukarı.
Bil ki, ilim yakini arar. Yakin de apaçık görüşü... Tekâsür Süresi’nde “Kellâ lev ta’lemüne” den sonrasını oku da bunu ara, bul, anla !
Ey bilgi sahibi! Bilgi insanı görüşe götürür. Dünyadakiler yakin sahibi olsalardı cehennemi gözleriyle görürlerdi.
Görüş, şüphe yok ki, yakinden doğar; nitekim hayal de zandan doğmaktadır.
O sürede bu anlatılmıştır, “İlm-e’l Yakin” olur, bak da gör” (3/336-337/4118-4125)
Allah’ın rahmeti, kahrından ileridir, kahrından fazladır ve ezelidir. Bu yüzden de bir kimseyi belalara uğratması, rahmetindendir.
“Varlık sermayesi elde edilsin” diye rahmeti kahrından ileridir, üstündür.
Etle deri lezzetsiz meydana gelmez fakat onlar meydana gelmedikçe sevgilinin aşkı, onları nasıl eritebilir?
İşte bu takdir neticesi olarak sen de kahırlara uğrarsan eseflenme... bu kahırlar yüzünden elindeki sermayeyi sevgiliye bağışlarsın.
Sonra bunun özrü olarak tekrar lûtfeder, “yıkanıp, arındın, dereden atladın, artık o mihnetler, cefalar geçti” der. (3/340-341/4166-4170)
... Ezeli gaye, senin teslim olmandır. Ey müslüman, teslim olmayı araman, dilemen gerek! (3/341/4177)
Kötü ve hayırsız adam, lengersiz gemidir; ne demir atmıştır, ne bir yere bağlıdır; deli rüzgarlardan kurtulamaz ki.
“Akıllıya huzur ve emniyet veren akıl lengeridir”... akıllılardan bir lenger dilen!
İnsan, o cömertlik denizinin inci hazinesinden akıl, fikir kazanırsa,
Bunların yardımıyla gönlü marifetler elde eder, gönül-lükten çıkar, yücelir... gözleri de nurlanır.
Çünkü nur, gönülden doğar da bu göze vurur. Gönül olmasa gözün hiçbir şey göremez.
Gönül ,akıl nurlarıyla nurlanırsa o nurlardan göze de bir pay verir.
Bil ki gökten inen mübarek su, gönüllere gelen vahiydir, dillere gelen doğru sözlülüktür.
Biz de tay gibi ırmaktan su içelim de bizi kınayan vesveseciye bakmayalım, aldırış etmeyelim.
Peygamberlerin izini izliyorsan yola düş, halkın bütün kınamalarını hava say!
Yol aşan, menzil alan yol eleri ne vakit köpeklerin havlamasına kulak astılar? (3/353/4311-4320)
... bil ki kin, sapıklığın, kafirliğin temelidir! (4/10/111)
Kötülükte bulundun mu kork, emin olma, çünkü yaptığın kötülük bir tohumdur, Allah, onu mutlaka bitirir! (1/14/165)
Dünyadan geçen kişilerde yok olmamışlar, fakat Allah sıfatlarına bürünmüşlerdir.
Onların sıfatları, Hak sıfatlarına karşı, güneşin karşısındaki yıldızlara dönmüştür.
A inatçı! Kur’an’dan buna delil istiyorsan oku: “Onların hepsi huzurumuzdadır.”
Haklarında “Huzurumuzdadır.” denenler yok olamaz-lar, iyi dikkat et de ruhların bekasını iyice anlayasın!
Beka’dan mahcup olan ruh azaptadır, Hakk’a vasıl olan ruhsa beka aleminde hicaplardan kurtulmuş bir haldedir.
İşte bu hayvani duygu kandilinden ne murat edilmişse, bu kandilin gerçeği neyse sana söyledim... kendine gel de sakın bu hayvani duyguyla ruh arasında bir birlik tasavvur etme!
Çabuk, ruhunu, yolcuların kutlu ruhlarına ulaştır! (4/36-37/442-448)
Aklın varsa başka bir akılla dost ol, görüş danış!
İki akılla birçok belalardan kurtulur, ayağını göklerin ta yücesine korsun! (4/104/1263-1264)
Şu halde bu alemin direği gafletten ibarettir... devlet nedir? Dev (yani koş) kelimesiyle, let (yani dayak) kelime-sinden meydana gelme bir kelime!
Önce koş... koş da sonunda dayak ye! Bu yıkık yerde devlet sahibine eşekçesine ölümden başka hiçbir şey yok!
Sen bir işe el atar, o işe iyice sarılırsın... o işteki ayıp ve noksan o anda sana örtülüdür.
Allah, senden o işin ayıbını örttüğünden canla başla o işe girişebilirsin.
Hararetle sahip olduğun fikrinde ayıbı senden gizlidir.
Sana o fikirdeki ayıp ve kusur belli olsaydı ondan kaçardın... canın “bu fikirle aramda keşke-mağriple maşrık arası kadar uzaklık olsaydı” der!
Nihayet ondan usanır, pişman olursun ya... bu hal, evvel olsaydı hiç ona koşar mıydın?
Şu halde “ona girişelim, kaza ve kadere uygun olarak o işi görelim”, diye önce ondaki ayıbı, kusuru bizden gizlemiştir. Kaza ve kader hükmünü izhar edince göz açılır; pişmanlık gelir, çatar!
Bu pişmanlık da ayrı bir kaza ve kaderdir... bu pişmanlığı bırak da Allah’a tap!
Pişman olmayı kendine adet edinirsen boyuna pişman olur-durur, nihayet bu pişmanlığa da daha ziyade pişman olursun!
Ömrünün yarısı perişanlıkta geçer, öbür yarısı da pişmanlıkta heder olur gider.
Bu fikri, bu pişmanlığı terk et de daha iyi bir hal, daha iyi bir dost ve daha iyi bir iş ara! (4/109-110/1330-1342)
Delinin elinden silahı al da adalet ve sulh, senden razı olsun!
Fakat elinde silahı olur, aklı da bulunmazsa bağla elini... yoksa yüzlerce zarar yapar. (4/117/1434-1435)
Aklı, zekayı sat da hayranlığı satın al ... akıl ve zeka,; zandır, hayranlıksa bakış görüş!
Aklı, Mustafa (a.s.)’nın önünde kurban et... “Hasbiyallah” de, yani “Allah’ım bana yeter”! (4/115/1407-1408)
Kalıbın, cesedin mektuptur, ona dikkat et, padişaha layık mı, değil mi? Bir anla da sonra gönder!
Bir bucağa git, mektubu aç, oku!. bak bakalım, içindeki sözler, padişahlara layık olan sözler mi?
Layık değilse o mektubu yırt, çaresine bak, başka bir mektup yaz!
Fakat ten mektubunu açmayı kolay sanma. Yoksa herkes gönül sırrını apaçık görürdü!
Bu mektubu açmak ne güçtür, ne sarptır! Erlerin işidir, bu çocuk işi değil!
Hepimiz, fihriste kani olmuş, kalmışız... çünkü heva ve hevese, hırsa bulaşmışız!
Halbuki o fihrist, ona baksınlar da metni de öyle sansınlar diye halka bir tuzaktır.
Mektubu aç, bu sözden baş çevirme! Allah doğruyu daha iyi bilir!
Mektubun fihristi, dille ikrar etmeye benzer... halbuki sen gönül mektubunun metnini sına!
Bak bakalım, ikrarınla muvafık mı? Buna bak da işin, münafıkların işine dönmesin! (4/128-129/1564-1573)
Gümüş bedenli güzellerin vücudu seni avladıysa ihti-yarlıktan sonra bir de pamuk tarlasına dönen bedene bak! (4/131/1600)
Zekidir, ince şeyleri bilir... bilir ama değil mi ki kıblesi dünyadır, onu ölü bil sen! (4/135/1656)
Akıl, iki akıldır: Birincisi kazanılan akıldır... sen onu mektepte çocuk nasıl öğrenirse öyle öğrenirsin.
Kitaptan, üstattan, düşünceden, anıştan, manalardan, güzel ve dokunulmadık bilgilerden.
Aklın artar, başkalarından daha fazla akıllı olursun, fakat bu ezberlemekle de ağırlaşır, sıkılırsın!
Geze dolaşa adeta bir ezberleme levhası kesilirsin... Halbuki bunlardan geçen levh-i mahfuz olur!
Öbür akıl, Hak vergisidir... onun kaynağı candadır.
Gönülden bilgi ırmağı coştu mu ne bakar, ne kesilir, ne de sararır!
Kaynağı, yolu bağlı ise ne gam! Çünkü o anbean ev içinden coşup durmaktadır! (4/159/1960-1966)
... Gönlüne kin yüzünden çirkin sûretler gelmesin! (4/160/1980)
... Olmayacak söze, kim söylerse söylesin, inanma! (4/182/2251)
... Geçmiş, gitmiş şeye gam yeme... fırsatı fevt ettin mi acıklanma artık! (4/182/2253)
Uykuya dalmış bilgisiz kişiye öğüt vermek, çorak yere tohum saçmaktır.
“Aptallık ve bilgisizlik” yama kabul etmez... ey öğütçü, ona hikmet tohumunu pek saçma! (4/183/2264-2265)
Hızır, gemiyi: kötü kişilerin ellerinden kurtarabilmek için, deldi, kırdı.
Mâdem ki kırık gemi kurtuluyor, sen de kırıl! Emniyet yoksulluktandır, yürü yoksul ol! (4/222/2756-2757)
Hakiki olmayan padişahlığı ne el bil, ne yen!
Çalma-çırpma padişahlık; cansız, gönülsüz ve gözsüzdür.
Sana padişahlığı halk verdiyse borç alır gibi yine senden alır!
İğreti padişahlığı Allah’a ver de Allah sana herkesin kabul edeceği bir padişahlık versin! (4/223/2775-2778)
... Her oyunun faydasını, ondan sonrakinde gör! (4/232/2889)
Kulak ver, “Çok ağlayın.” dedi. Ağlayın da yaratıcı Rabbinin ‘ihsan sütü’ aksın.
Dünyanın direği bulutun ağlamasıdır, güneşin yakması. Sen bu iki ipe iyi sarıl. (5/15/165-167)
Akıllardaki bu aykırılık, bil ki mertebe bakımından yerden göğe kadardır.
Akıl vardır, güneş gibi. Akıl vardır, zühre yıldızından da aşağıdır, yıldız akmasında da.
Akıl vardır, bir sarhoş mumu gibi; akıl vardır, bir ateş kıvılcımı gibi.
O güneş gibi aklın önünden bulutlar kalktı mı Hak nurunu gören akıllar faydalanırlar.
Akl-ı cüz-i aklın adını kötüye çıkarmıştır. Dünya muradı insanı muradsız bir hale getirmiştir.
O, bir avdan avcının güzelliğini görmüştür. Bu, avcılığa düşmüş, bu yüzden bir avın derdine uğramıştır.
O, hizmetle hizmet edilme nazına erişmiştir; bu kendisine hizmet edilmeyi dilemiş, yüce yolundan geri dönmüştür.
O, Firavunlukla suya tutsak olmuş, İsrailoğlu, tutsaklık yüzünden yüzlerce Suhrab kuvvetini elde etmiştir.
Bu aykırı bir oyundur, yaman bir ferzin-benttir. Hileye az başvur, devlet ve baht işidir, bu.
Hayal ve hileyi az doku. Çünkü gani Hak hileciye az yol gösterir. Hile edeceksen iyi hizmet etme yolunda hile et de bir ümmet içinde peygamberlik elde edesin.
Hile et de kendi bedeninden ayrıl, hilenden kurtul, tek kal!
Hile et de en aşağı bir kul ol. Aşağılıkla yürü de efendi kesil.
Ey koca kurt, hile ve hizmetle efendilik elde etmeyi umma.
Fakat pervane gibi ateşe atıl, o ateşi kesene doldurup ağzını büzme, her şeyden kurtul!
Gücü, kuvveti bırak, ağlamaya giriş. A yoksul, ağlayı-şa acınır.
Susuz ve aciz kişinin ağlayışı manevidir, doğrudur. Soğuk soğuk ağlayışsa, o azgının yalanından ibarettir.
Yusuf’un kardeşlerinin ağlamaları hileden ibarettir. Çünkü içleri hissetle, illetle doludur. (5/41-42/459-476)
Duymuşsundur ya, “saltanat kısırdır” derler. Padişahlık davasında olan korkusundan akrabalığı filan hep keser, hepsinden vazgeçer.
Çünkü saltanat kısırdır, onun oğlu yoktur. Ateş gibi kimseyle dostluğu olamaz.
Kimi bulursa yakar, yırtar. Kimseyi bulamazsa kendi kendisini yer.
‘Hiç ol’ da onun dişinden kurtul. O katı yürekliden merhameti az um!
‘Hiç’ oldun mu o katı yürekliden korkma. Her sabah ‘mutlak yokluk’ tan ders al.
Ululuk, ululuk ıssı, Allah’ın elbisesidir. Kim onu giyme-ye kalkışırsa vebale girer.
Taç onundur, kemer bizim. Vay haddini aşana!
Bu tavusluk kanadı, sana bir sınamadır. Buna kapıldın mı Hakk’a ortak olmaya, onun gibi noksan sıfatlardan ari olduğunu davaya kalkışırsın. (5/47/528-535)
Bir çok naz vardır ki, suç olur; kulu, padişahın gözünden düşürür.
Nazlanmak, şekerden tatlıdır ama az çiğne, yüzlerce tehlikesi vardır.
Niyaz yolu emin bir yoldur. Nazı bırak da o yola düş!
Nice nazlananlar vardır ki kol-kanat çırpar ama nihayet o hal, adama vebal olur.
Nazın güzelliği seni bir an yüceltse bile onun gizli korkusu, seni eritir, mahveder.
Bu yalvarışa gelince: Seni zayıflatır. Zayıflatır ama parlak ayın on dördü gibi baş köşeye geçirir.
Ölüden diriyi çekip çıkarınca ölen, doğru yolu bulur.
Diriden ölüyü çıkarınca da diri nefis, ölüm tarafında yönelir, ölüm tarafına dönüp dolaşır.
Öl ki, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan diri Allah, ölüden diri meydana getirsin. Allah, bu ölü bedenden bir diri meydana getirsin.
Kış olursan baharın gelişini, gece kesilirsen gündüzün oluşunu görürsün. (5/48/543-553)
Bedende Nefs-i Mutmainne’nin yüzünü düşünce tırnakları yaralar.
Kötü düşünceyi zehirli tırnak bil. Bu tırnak, derinleştikçe can yüzünü tırmalar.
Müşkül düğümleri açmak ister; fakat bu, adeta altın bir kaba aptes bozmaya benzer.
Ey işin sonuna varan, düğümü çözülmüş say. Bu düğüm, boş keseye vurulmuş kuvvetli ve çözülmez bir düğümdür.
Düğümleri açmakla uğraşa uğraşa kocadın, başka bir kaç düğümü de çözülmüş sayıver!
Asıl boğazımızdaki çözülmez düğüm şudur: Sen kendini bil, bakalım, aşağılık bir adam mısın, yoksa bahtı yaver bir adam mı?
Adamsan bu müşkülü çöz. İnsan nefsine sahipsen nefesini bu yolda sarf et.
Ayan ve arazı bildin tut, ne çıkar? Asıl, kendi haddini bil ki bundan kaçıp kurtulmaya imkan yok.
Kendi haddini bilince de artık bu hadden kaç da ey toprak eleyen, hadsiz aleme ulaş.
Ömrün mahmul ve mevzu derdiyle geçti. Gözün açılmadı, hayatın duyduğun şeylerle geçip gitti.
Neticesiz ve tesirsiz her delil boş çıktı. Sen kendi neticene bak!
Filozof, davasında delilleri çoğaltıp durur. Halbuki kalbi temiz Allah kulu, onun aksine delillere bakmaz bile.
Delilden ve hicaptan kaçar, delalet edilenin peşine düşer, başını yakasının içine çeker.
Filozofa göre duman, ateşe delildir ama bizce dumansız olarak ateşe atılmak daha hoştur.
Hele yakınlıktan, sevgiden meydana gelen şu ateş yok mu? O bize dumandan daha yakındır.
Hasılı cana arız olan hayallere kapılıp dumana koşmak ve bu yüzden candan olmak, pek kötü bir iştir, pek bahtsızlıktır! (5/49-50/557-573)
Kanadını yolma, onun sevgisini gönlünden sök, çıkar. Çünkü savaşmak için düşmanın bulunması şarttır.
Düşman olmadıkça savaş imkanı yoktur. Şehvetin olmazsa ondan kaçınma emrine uyman mümkün değildir.
Meylin olmazsa sabrın manası yok. Düşman yoksa ordu sahibi olmana ne hacet?
Kendine gel de kendini hadım etme, papaz olma. Çünkü çekinmek ve temiz durmak, şehvetin zıddıdır.
Heva ve heves olmadıkça ‘Heva ve hevesten çekinin’ denmesi mümkün değildir. Ölülere gazilik taslanmaz ya!
“Yoksullara verin, onları doyurun” denmiştir, şu halde kazan. Çünkü elinde eskiden kazandığın bir şey olmadıkça harcedemezsin ki.
Gerçi o mutlak olarak “Yoksulları doyurun” demiştir, ama sen “Kazanın da sonra yoksulları doyurun” diye oku!
Yine böyle, o padişah “Sabredin” buyurdu. Bir istek olmalı ki ondan yüz çeviresin.
“Yiyin” emri, şehvet için bir tuzaktır, ondan sonra gelen “israf etmeyin” emriyse temizliktir.
Şehvet olmazsa ondan kaçınmaya imkan olabilir mi?
Sabretme ezasına uğramadıkça karşılığında bir müka-fat ve hayır elde edemezsin.
Ne hoştur, o şart ve ne sevinçli şeydir, o mükafat. O gönüller açan, canlara can katan mükafat! (5/50-51/574-585)
Nice hüner ve sanatlar vardır ki ham kişiyi helak eder. Çünkü o, taneye koşar, bu yüzden de tuzağı görmez.
İhtiyarına sahip olmak, “Sakının” emrine uyan ve kendisine sahip olan adam için iyidir.
Kendini koruyamıyor, kötülüklerden çekinemiyorsan sakın, o aleti uzaklaştırır, ihtiyarı bırak. (5/56/648-650)
Cansız değilsen gönül sahibini ara. Padişaha zıt değilsen gönülle aynı cinsten olmaya bak. (5/75/902)
Zamanede sana üç yoldaş vardır; biri vefakardır, ikisi gaddar.
Biri dostlarındır, öbürü malın mülkün, üçüncüyse iyi işlerdir ve bu vefalıdır.
Mal, seninle beraber gelmez, evden dışarı bile çıkmaz. Dost gelir, gelir ama mezar başına kadar.
Ölüm gününde dost, sana hal diliyle der ki; “Sana buraya kadar yoldaşım, bundan öteye gidemem. Mezarının başında bir zamancağız dururum.”
Fakat yaptığın işler vefakardır; onlara sarıl ki onlar; mezarın içine kadar seninle gelirler. (5/87/1046-1050)
Şu halde kibir elbisesini bedeninden çıkar. Bir şey belleyip öğrenme hususunda aşağılık bir elbiseye bürün.
Bilgi sahibi olmanın yolu sözledir. Sanat öğrenmenin yolu işle.
Yokluk istiyorsan o, konuşup görüşmeyle kaimdir. Bu hususta ne dilin işe yarar, ne elin.
Can, yokluk bilgisini bir candan beller. Bu bilgi, ne defterden bellenir, ne dilden! (5/88/1061-1064)
Ruh bağışlayan güzelden ruhunu esirgeme. O, seni kıratın üstüne bindirir.
Taçlar veren o başı yüce erden başını çekme. O, gönlünün ayağındaki yüzlerce düğümü çözer.
Fakat kime söyleyeyim? Bütün köy içinde nerde bir diri? Âbıhayatın bulunduğu tarafa koşan kim?
Sen, bir horluk, görür görmez aşktan kaçmadasın. Bir addan başka aşktan ne biliyorsun ki?
Aşkın yüzlerce nazı, edası ululuğu var. Aşk, yüzlerce nazla elde edilebilir?
Aşk vefakar olduğu için vefakar olanı satın alır. Vefasız adama bakmaz bile.
İnsan bir ağaca benzer, ahdi de ağacın köküne. Kökün iyileşmesine, sağlamlaşmasına çalışmak gerek.
Bozuk düzen ahit, çürümüş köktür, kökü çürümüş ağaç meyve vermez.
Ağacın dalları, yaprakları yeşil bile olsa kök çürümüş, kokmuşsa faydası yok.
Fakat kökü sağlam da yeşil yaprakları yoksa nihayet günün birinde yüzlerce yaprak, el salar.
İlminle gururlanma da ahdini bütünlemeye bak. Çünkü bilgi kabuğa benzer, ahitse onun içindir. (5/96-97/1160-1170)
Kim benlikten kurtulursa bütün benlikler onun olur. Kendisine dost olmadığı için herkese dost kesilir.
Nakışsız bir ayna haline gelir, değer kazanır. Çünkü bütün nakışları aksettirir. (5/218/2665-2666)
Tut ki bütün doğuyu, batıyı zaptettin, her tarafın saltanatına sahip oldun. Mâdem ki bu saltanat, kalmayacak, sen onu bir şimşek farzet; çaktı, söndü.
Gönül, ebedi olmayan mülkü, bir rüya bil!
Cellat gibi boğazına yapışan debdebeyi, şan ve şöhreti ne yapacaksın ki?
Bil ki bu alemde de bir emniyet bucağı vardır. Yalnız münafığın sözünü az duy; çünkü o söz, zaten söz değildir. (5/319/3926-3929)
Şu halde bil ki çektiğin zahmet, yaptığın bir suçun sonucudur. Sana inen bu tokat bir şehvetin sebebidir.
İbret almaz, o suçu bilmezsen bile hiç olmazsa derhal ağlamaya, sızlamaya koyul, yarlıganma dile!
Secde et, yüzlerce defa “Ya Rabbi” de, ‘bu gam, yaptı-ğım suçun karşılığıdır, ancak!
Ey Rabbim, sen zulümden, sitemden temizsin. Nasıl olur da suçsuz olarak insana bir ders, bir gam verirsin.
Ben suçu belli beyan bilmiyorum, fakat bu derde sebep de mutlaka bir suçtur.
Sebebi örttüğün gibi o suçu da ört.” (5/324/3988-3993)
Bu zamanda zıddı nefyetmeden başka anlatış çaresi yok. Bu alemde bir an bile yok ki bir tuzak olmasın.
Ey akıllı, fikirli er, sevgiliyi perdesiz görmek istiyorsan ölümü seç, o perdeyi yırt.
Fakat, ölür, mezara gidersin hani, o ölümü değil. Seni değiştiren, nura götüren ölümü seç. (6/62/737-739)
Bu dünya pazarında sermaye altındır; orada da aşk ve ıslak iki göz.
Kim eli boş pazara giderse ömrü geçer, tamamıyla ham ve eli boş olarak geri döner.
Kardeş neredeydin? Hiçbir yerde! Ne pişirdin? Hiçbir şey!
Müşteri ol da elim oynasın, gebe olan madenimden la’l doğsun.
Fakat, müşteri, gevşek ve soğuk bile olsa yine sen onu çağır. Çünkü böyle emredilmiştir
Doğan kuşunu uçur, ruh güvercinini tut. Davet yolunda Nuh’un yolunda yürü.
Allah için hizmette bulun. Halkın kabul etmesiyle, reddetmesiyle ne işin var senin? (6/70/839-845)
O göç zamanının “Hadi, kalk kalk!” sesi geldi mi bütün dedikodular yok olur, gider,
Sükut alemi gelir, çatar. Bari sen o gelmeden sus. Vay o kişiye ki ölümle ünsiyeti yoktur!
Gönlünü bir iki günceğiz cilala da o aynayı kendine defter edin. (6/105/1285-1287)
... Fikrin donmuşsa, düşünemiyorsan yürü, zikret.
Zikir, fikri titretir, harekete getirir. Zikri bu dönmüş fikre güneş yap.
İşin aslı cezbedir. Fakat kardeş, işten kalıp cezbeyi bekleme.
Çünkü işi bırakmak, nazlanmaya benzer. Canıyla oynayan hiç nazlanabilir mi?
Oğul, ne kabul edilmeyi düşün, ne reddedilmeyi. Sen daima emri, nehyi gör, gözet!
Derken cezbe kuşu, birdenbire çerden çöpten yapılmış yuvasından uçar, görünüverir. Onu gördün mü sabah oldu demektir, mumu o vakit söndür.
Gözler perdeleri delip hakikati görmeye başladı mı bu nur, onun nurudur artık. Bu nura sahip olan dışa bakar, içi görür.
Zerrede ebedi varlık güneşini görür. Katrada bütün denizi. (6/119/1475-1482)
Kardeş, elini duadan ayırma. Kabul edilmiş, edilmemiş, bununla ne işin var senin?
Ekmek bile bu gözyaşına mani olursa elini ekmekten yumak gerek.
Kendine çekidüzen ver, çevikleş, yan yakıl da ekme-ğini gözyaşlarınla pişir! (6/186/2344-2346)
Bu atalar sözü, alemde söylenir durur: Şeytanın canı azapta gerek.
Çünkü bilgisiz kişi, hocadan utanır, kalkar, gidip yeni bir dükkan açar.
Ustana danışmadan açtığın o dükkan, bil ki kokmuş bir dükkandır, akreplerle, yılanlarla doludur a sûretten ibaret adam!
Çabuk yık bu dükkanı da yeşilliğe, gül fidanlarının, içilecek suların bulunduğu yere dön! (6/187/2363-2366)
Belayı def etmenin çaresi, sitem etmek değildir. Buna çare ihsandır, aftır, keremdir.
Peygamber, “Sadaka, belayı def eder.” dedi. Ey yiğit, hastalığı sadakayla tedavi et. (6/204-205/2590-2591)
Düşünceleri, gökyüzünün yıldızları say. Fakat bunlar, başka bir gökyüzünde dönmedeler.
Kutluluk gördün mü şükret, ihsanda bulun. Kötülük gördün mü sadaka ver, yarlıganma dile, çark vur!
Ayın nurlarıyla ruhu parlat. Çünkü tutulma yerine geldi, zararlar gördü can simsiyah oldu.
Onu hayalden, vehimden, zandan kurtarır. Yine kuyudan çıkar, cefa ipinden halâs et.
Bu sûretle de bir gönül, senin güzel gönül alışınla kanatlansın, uçsun, şu balçıktan kurtulsun!(6/220-221/ 2784/2789)
Su kabı, ey akıllı adam, sakanın elindedir. Öyle olmasa kendi kendine nasıl dolar, boşalır?
Sen de her an dolmada, boşalmadasın. Bil ki, onun sanat elindesin.
Gözündeki bağ, kalktı mı sanatın, sanatkârın elinde halden hale girmekte olduğunu anlarsın.
Gözün varsa kendi gözünle bir bak. Hiçbir şeyden haberi olmayan bir ahmağın gözüyle bakma.
Kulağın varsa kendi kulağınla dinle, duy. Neden sersemlerin kulağına kapılıyorsun?
Taklide uymaksızın bakmayı âdet edin, kendi aklını koru, onu düşün sen.(6/264/3339-3344)
Lezzet, dışardan gelmez, içten gelir, bunu böyle bil. Köşkleri, kaleleri aramayı ahmaklık say.
Birisi mescid bucağında sarhoş ve neşelidir. Öbürü, bağda bahçede suratını asar, muradına erişmez, bir zevk bulamaz.
Köşk bir şey değildir. Bedenini yık. Define, yıkık yerdedir, a benim beyim!
Görmüyor musun bunu? Şarap meclisinde sarhoş yıkılınca zevk alıyor.
Ev, sûretlerle dolu amma yık onu. Yık da defineyi bul, sonra yine yap.
Tasvir ve hayal nakışlarıyla dolu bir ev şu resimlerde vuslat definesinin üstüne çekilmiş perdeye benzer. Şu gönülde sûretler coşup duruyor ya. Onların hepsi, definenin ışığı, altınların parlayışı. Su arı-durudur, fakat üstünü köpük kaplamış. Köpük, suya bir şey vurmasına mani oluyor. Değerli can da latiftir, coşkundur. Fakat insanın bedeni onun üstüne çekilmiş bir perdedir. Halkın dilinde söylenen atalar sözünü duysana: Bize bizden gelir, her ne gelirse! Bu köpeğe tapan susuzlar da köpük yüzünden arı-duru sudan uzaklaşmışlardır. (6/271/3420-3430) Ne temiz mimar ki, gayb âleminde sözle, afsunla kaleler yapar. Sözü, sır köşkünün kapısının sesi bil. Bu ses, kapının açılmasından mı geliyor, kapanmasından mı? Buna dikkat et. Kapı sesi duyulur, kapı görünmez. Bu sesi görürsünüz, kapıyı görmezsiniz. Hikmet çengi, hoş bir ses verdi mi dikkat et. Bakalım, cennet kapılarından hangisi açıldı?
114 Sure 114 Hafız
001 FATIHA_64kb.mp3
002 BAKARA_64kb.mp3
003 ALIIMRAN_64kb.mp3
004 NISA_64kb.mp3
005 MAIDE_64kb.mp3
006 ENAM_64kb.mp3
007 ARAF_64kb.mp3
008 ENFAL_64kb.mp3
009 TEVBE_64kb.mp3
010 YUNUS_64kb.mp3
011 HUD_64kb.mp3
012 YUSUF_64kb.mp3
013 RAD_64kb.mp3
014 IBRAHIM_64kb.mp3
015 HICR_64kb.mp3
016 NAHL_64kb.mp3
017 ISRA_64kb.mp3
018 KEHF_64kb.mp3
019 MERYEM_64kb.mp3
020 TAHA_64kb.mp3
021 ENBIYA_64kb.mp3
022 HAC_64kb.mp3
023 MUMINUN_64kb.mp3
024 NUR_64kb.mp3
025 FURKAN_64kb.mp3
026 SUARA_64kb.mp3
027 NEML_64kb.mp3
028 KASAS_64kb.mp3
029 ANKEBUT_64kb.mp3
030 RUM_64kb.mp3
031 LUKMAN_64kb.mp3
032 SECDE_64kb.mp3
033 AHZAB_64kb.mp3
034 SEBE_64kb.mp3
035 FATIR_64kb.mp3
036 YASIN_64kb.mp3
037 SAFFAT_64kb.mp3
038 SAD_64kb.mp3
039 ZUMER_64kb.mp3
040 MUMIN_64kb.mp3
041 FUSSILET_64kb.mp3
042 SURA_64kb.mp3
043 ZUHRUF_64kb.mp3
044 DUHAN_64kb.mp3
045 CASIYE_64kb.mp3
046 AHKAF_64kb.mp3
047 MUHAMMED_64kb.mp3
048 FETIH_64kb.mp3
049 HUCURAT_64kb.mp3
050 KAF_64kb.mp3
051 ZARIYAT_64kb.mp3
052 TUR_64kb.mp3
053 NECM_64kb.mp3
054 KAMER_64kb.mp3
055 RAHMAN_64kb.mp3
056 VAKIA_64kb.mp3
057 HADID_64kb.mp3
058 MUCADELE_64kb.mp3
059 HASIR_64kb.mp3
060 MUMTEHINE_64kb.mp3
061 SAF_64kb.mp3
062 CUMA_64kb.mp3
063 MUNAFIKUN_64kb.mp3
064 TEGABUN_64kb.mp3
065 TALAK_64kb.mp3
066 TAHRIM_64kb.mp3
067 MULK_64kb.mp3
068 KALEM_64kb.mp3
069 HAKKA_64kb.mp3
070 MEARIC_64kb.mp3
071 NUH_64kb.mp3
072 CIN_64kb.mp3
073 MUZZEMMIL_64kb.mp3
074 MUDDESSIR_64kb.mp3
075 KIYAMET_64kb.mp3
076 INSAN_64kb.mp3
077 MURSELAT_64kb.mp3
078 NEBE_64kb.mp3
079 NAZIAT_64kb.mp3
080 ABESE_64kb.mp3
081 TEKVIR_64kb.mp3
082 INFITAR_64kb.mp3
083 MUTAFFIFIN_64kb.mp3
084 INSIKAK_64kb.mp3
085 BURUC_64kb.mp3
086 TARIK_64kb.mp3
087 ALA_64kb.mp3
088 GASIYE_64kb.mp3
089 FECR_64kb.mp3
090 BELED_64kb.mp3
091 SEMS_64kb.mp3
092 LEYL_64kb.mp3
093 DUHA_64kb.mp3
094 INSIRAH_64kb.mp3
095 TIN_64kb.mp3
096 ALAK_64kb.mp3
097 KADIR_64kb.mp3
098 BEYYINE_64kb.mp3
099 ZILZAL_64kb.mp3
100 ADIYAT_64kb.mp3
101 KARIA_64kb.mp3
102 TEKASUR_64kb.mp3
103 ASR_64kb.mp3
104 HUMEZE_64kb.mp3
105 FIL_64kb.mp3
106 KUREYS_64kb.mp3
107 MAUN_64kb.mp3
108 KEVSER_64kb.mp3
109 KAFIRUN_64kb.mp3
110 NASR_64kb.mp3
111 TEBBET_64kb.mp3
112 IHLAS_64kb.mp3
113 FELAK_64kb.mp3
114 NAS_64kb.mp3
İşte Dünyanın 7 Harikası
Çin Seddi: Yapımına 2 bin 227 yıl önce başlanan ve günümüzde UNESCO tarafından koruma altına alınan dünyanın en uzun abidesi, Pasifik Okyanusu'ndan Orta Asya'ya kadar uzanıyor. Büyük Çin Seddi, mevcut surları birleştirilmiş bir savunma sistemi şeklinde birbirine bağlamak ve Çin'i Moğol saldırılarından korumaya için inşaa edilmişti. İnsan eliyle bugüne dek yapılmış en büyük ve uzaydan görülebilen tek abide olan anıtın yapımında binlerce kişinin hayatını kaybettiği ifade ediliyor.
Petra: Arab Çölü'nün bir ucunda bulunan Petra, Kral IV. Aretas'ın (M.Ö. 9 M.S. 40) imparatorluğu döneminde Nabataean'ın muhteşem başkenti idi. Su teknolojisi konusunda uzman olan Nabateanslılar, şehirlerini büyük su kanalları ve su hazneleriyle donatmışlardır. Greko-Roman örneklerine uygun olarak tasarlanmış bir amfiteatr 4 bin kişiyi ağırlayacak kapasitededir. Bugün Petra'nın Mezar Sarayı, 42 metrelik Helen sitili El-Deir Manastırı'nın tapınak duvarıyla Orta Doğu kültürünün göz kamaştıran bir örneğini oluşturmaktadır.
Kurtarıcı İsa Heykeli: Heykel 38 metre yüksekliğinde ve Rio de Janeiro şehrine tepeden bakan Corcovado Tepesi'nin üzerine yerleştirilmiştir. Brezilyalı Heito da Silva Costa tarafından tasarlanan ve Fransız heykeltıraş Paul Landowski tarafından gerçekleştirilen bu anıt, dünyanın en çok tanınan anıtlarından biridir. Yapımı 5 yıl süren heykel Ekim 1931'de açılmıştır. Yılda 1.8 milyon turisti kollarını açarak karşılayan heykel, şehrin ve Brezilya halkının sıcaklığının sembolü haline gelmiştir.
Chichen Itza Piramidi: Chichen Itza Piramidi (M.Ö. 800 öncesi) Yucatan Yarımadası, Meksika Chichen Itza, Maya medeniyetinin ekonomik ve politik merkezi olarak hizmet vermiş en meşhur Maya tapınak sitesidir. Değişik yapıları Kukulkan piramidi, Chac Mol Tapınağı, Bin Kolonlar Geçidi, Tutukluların Oyun Sahası bugün dahi harikulade bir mimari alan ve mekân düzenleme göstergesi olarak kendini göstermektedir. Piramidin kendisi Maya tapınaklarının en sonuncusu hiç şüphesiz en büyüğüdür.
Machu Picchu: Inka İmparatoru Pachacutec 15. yüzyılda Manchu Picchu ("Eski Dağ") olarak bilinen dağda bulutlar içinde bir şehir inşa ettirmiştir. Bu muhteşem yerleşim merkezi And platosundan başlayarak balta girmemiş Amazon ormanlarının Urubamba Nehrine kadar uzanmaktadır. İnkalar tarafından çiçek hastalığı salgınından dolayı terkedilmiştir. İspanyolların İnka İmparatorluğunu ele geçirmelerinden sonra şehir üç yüz yıl boyunca "kayıp" olarak kalmış ve 1911 yılında Hiram Bingham tarafından tekrar bulunmuştur.
Roma Coliseum'u: Roma şehrinin merkezinde bulunan bu muhteşem amfi tiyatro başarılı lejyonerlerin ve Roma İmparatorluğu'nun onuruna inşa edilmiştir. Dizayn tasarımı bugün dahi geçerli olan bir anıttır ve yapılışından 2 bin yıl sonra modern stadyumlar Coliseum'un orijinal tasarımından etkilenmektedir. Bugün, filmler ve tarih kitaplar vasıtasıyla bu arenada seyircilerin beğenisine sunulan acımasız dövüşler ve oyunlar hakkında daha fazla bilgi sahibiyiz.
Tac Mahal: Bu çok büyük anıt cami beşinci Müslüman Moğol İmparatoru, Jahan Şahın emir üzerine, vefat eden çok sevdiği karısının hatırasına ve onuruna inşa edilmiştir. Her yıl yaklaşık 3 milyon ziyaretçinin gezdiği beyaz mermerden yapılan saray, duvarlarla çevrili bahçelerin içinde yer almaktadır. Tac Mahal Hindistan'da Müslüman sanatının en mükemmel bir mücevheri olarak kabul edilmektedir. Daha sonra İmparatorun burada hapsedildiği ve Tac Mahal'i koğuşunun sadece küçük bir penceresinden gördüğü söylenmektedir.
Lapu Lapu
Dünyanın küre şeklinde olduğunu ispatlamak amacı ile İspanyol krallığının himayesinde keşif seyahatine çıkan, yani emperyalizmin keşif kolunun başını çeken Macellan, gezileriyle ve keşifleriyle meşhurdur.
Bu şöhretin çok az bilinen başka bir tarafı var; Macellan aynı zamanda Filipinleri Hıristiyanlaştırma faaliyetlerine katılarak Müslümanlara karşı haçlı ruhuyla savaşmış biridir.
Macellan'ın gezilerinin sebebi Hint altkıtasındaki çok çeşitli değerli baharatların yetiştiği "Baharat Adaları"na ulaşarak onları İspanyolların hizmetine sunmaktı. Ancak seferlerinden birinde okyanusun şiddetli fırtınaları arasında, günlerce akıntılarda sürüklenip dalgalarla boğuştuktan sonra yolu ve adamlarını kaybetmişti. Gemisi Filipinlerin Limasava sahilinde karaya vurunca Filipin adalarını karşısında bulan Macellan baharat adalarına ulaştığını sanmıştı.
FANATİK HIRİSTİYAN: MACELLAN
Macellan fanatik bir Hıristiyandı ve İslâm'dan ve Müslümanlardan nefret ediyordu. Lapu LapuMüslümanlar öteden beri Filipin adalarını biliyor ve oraya "Mihrac Adaları" diyorlardı. 1380 senesinde Çin ve Sumatra'dan gelen Arap tacirler ve davetçilerin sayesinde Filipinlerde islâmiyet yayılmaya başladı.
İspanyollar Filipinlere geldiğinde İslam çoktan Manila sınırlarına ulaşmıştı. Filipinler 7000'den fazla adadan oluştuğu için Müslümanlar bütün adalara ulaşamamıştı ve bu sebeple bazı adalar İslâm'ın aydınlatıcı ışığıyla tanışmamıştı.
1521senesinde Ferdinand Macellan komutasındaki İspanyollar Filipinlere ulaştılar ve Cebu adası valisiyle ilişkiler kurarak bir anlaşma yaptılar.
Anlaşmaya göre Cebu valisi İspanyol Kraliyet yönetimi altında civar adaların da valisi olacak karşılığında da Macellan'a Filipinleri Hıristiyanlaştırılmasında yardımcı olacaktı. İspanyollar Cebu'dan hareket ederek birkaç kilometre uzaklıktaki Maktan adasına yerleşmeye ve burayı karargâh edinmeye karar verdi. Bu ada müslümandı ve Lapu Lapu adında Müslüman bir hükümdar tarafından yönetiliyordu.
İSPANYOLLAR ADAYI SÖMÜRGE YAPMAK İSTEDİLER
İspanyollar adanın bir Müslüman tarafından yönetildiğini öğrenince çapulcu haçlı güruhunun hep yaptığı gibi ada halkına saldırdı ve halkın elinde bulunan yiyecek ve eşyaya elkoydu. Müslüman ada halkı direnişe geçince İspanyollar halkın barınaklarını kundaklayıp kaçtı.
Maktan sultanı Lapu Lapu, Macellan'a boyun eğmeyi reddetti ve komşu adaların ahalisini harekete geçip direnmeye çağırdı.
Macellan bu durumun modern silahlarını ve gücünü göstermek için iyi bir fırsat olduğunu düşünüyordu. 27 Nisan 1521'de yanına 49 kişiden oluşan bir askerî birliği de alarak Lapu Lapu'yu cezalandırmaya gitti. "Mesih adına teslim Ferdinand Macellanolmanı emrediyorum; biz medenî beyaz ırk olarak bu toprakları yönetmeye sizden daha layığız" diyerek Lapu Lapu'dan teslim olmasını istedi.
LAPU LAPU BÜYÜK DİRENİŞ GÖSTERİYOR
Lapu Lapu ise, "Din Allah'ındır ve taptığımız ilah beyazıyla siyahıyla bütün insanların ilahıdır!!!" diye cevap verdi. Sonra Macellan'ın üstüne atılıp onu öldürdü, Lapu Lapu ve adamları Macellan'la birlikte 15 askeri öldürüp İspanyol birliğini püskürttüler. Lapu Lapu, Macellan'ın cesedini İspanyollara teslim etmeyi reddetti. Macellan'ın Filipinler'de hala bulunan kabri bu hadisenin en büyük kanıtıdır.
FİLİPİNLİLERİN MİLLİ KAHRAMANI
Bu gün hangi mezhep ve dinden olursa olsun bütün Filipinliler Lapu Lapu'yu ilk milli kahraman olarak görmektedir; Çünkü Lapu Lapu, işgalci sömürgecilere karşı savaşmış, şereflerini korumuş ve onlara onurlu bir tarih bahşetmiştir.
Filipinliler bir vefa borcu olarak Maktan eyalet adasının başkentine "Lapu Lapu" adını vermişler ve orada Lapu Lapu'nun heykelini dikmişlerdir. Filipinliler bu heykeli ziyaret eder, fotoğrafını çeker, onur ve kahramanlık dolu hisler yaşarlar.
Dendera'nın Elektron Tüpleri
Mısır'da Dendera'da bulunan geç ptolemik dönemden kalma Hathor tapınağı'nın farklı yerlerinde Eski Mısır uzmanlarının bir türlü geleneksel dinsel-mit terimiyle açıklayamadıkları garip duvar resimleri vardır ama elektrik mühendisleri için bu resimleri hemen tanımlamak çok kolaydır .
17 no'lu geçitteki üst panelde , Mısırlı rahiplerin ellerinde boyu eninden fazla olan tüpler görülmektedir , rahipler ne olduğu anlaşılamayan bir uğraş içindedirler ve her tüpün içinde , tüp uzunluğunda bir yılan bulunmaktadır .
İsveçli mühendis Henry Kjellson , " Forvunen Teknik/Kayıp Teknoloji " adlı kitabında hiyerogliflerin bu yılanları parlayan ve ışık saçan olarak tanımladıklarını yazarken , tanımın bir tür elektrik akınını kasdettiğine inanmaktadır .
Yine aynı sahnede , sağda üst köşede bir Mısır Tanrısı olan Atum-Ra oturmaktadır ve ellerinde enerji kaynağına benzer bir kutu tutmaktadır . Kutunun saç örgüsüne benzer bir uzantıya veya kabloya bağlı olmasını elektromanyetik mühendisi Alfred D. Bielek , bir mühendislik çiziminin kopya edilmesi olarak yorumlanmakta ve bugünün elektrik kablolarının yönlendirilmesi bu şekilde gösterildiğini söylemektedir . Kablo kutudan çıkıp , resmin tabanına kadar uzanmakta ve uçları tüp cismin dibinde kaybolmaktadır .
Resimlerdeki cisimlerin herbiri bir sütun üzerinde durmaktadır ve Biielek'e göre bu sütunlar birer yüksek voltaj kaynağıdır . Tüp cisimler TV resim tüplerine de benziyorlar , elektronik teknisyeni N. Zecharius , cisimleri Crookes veya elektron tüplerine benzetmiştir ama bunlar modern TV tüplerinin çok ötesindedirler .
Ne yazıkki , daha üst geçit'te bulunan resimler harap olmuştur ama içerde Kutsal Bölmede bulunan bir papirüs çok iyi durumda bulunmuştur ama buna bakıldığında garip tüplerin gizemi daha da artmaktadır . Yazmada sadece çalışır durumda olan tüpler değil , amaçlarıda görülmektedir . Birçok örnekte , kadınların ve adamların tüplerin yanına oturmuş oldukları ve uzatmış oldukları ellerini veya avuçlarını doldurdukları resmedilmiştir yani bir şey almamaktadırlar .
Nedir o bir şey ve o insanlar ne tür bir enerjiden yararlanmaktadırlar ? Dendera resimleri eşsizdir ve kesin olarak geçerli bilimsel mantıkla açıklanamaktadır . Ve eğer bu bir teknoloji ise , bizim teknolojimizin çok ötesindedir .
Ummah Faces Avatars
Are you too always wondering which photo to upload as your profile image? What best reflects the real you and how do you rise above simple clichés? STYLEISLAM® recognized this worldshaking problem and promptly got busy with designing the brand new Ummah Faces. Find the one that fits you and show who you are!
STYLE-ISLAM DOWNLOAD
Kanuni Sultan Süleyman Han
Tür : Belgesel
Format : AVI
Boyut : 598 MB
Linkler :
http://rapidshare.com/files/278767345/Kanuni_Sultan_Sueleyman_HAN.part1.rar
http://rapidshare.com/files/278796812/Kanuni_Sultan_Sueleyman_HAN.part2.rar
http://rapidshare.com/files/278814635/Kanuni_Sultan_Sueleyman_HAN.part3.rar
http://rapidshare.com/files/278820847/Kanuni_Sultan_Sueleyman_HAN.part4.rar
http://rapidshare.com/files/278826437/Kanuni_Sultan_Sueleyman_HAN.part5.rar
http://rapidshare.com/files/278827565/Kanuni_Sultan_Sueleyman_HAN.part6.rar
Fatih Sultan Mehmet Han
Tür : Belgesel
Format : AVI
Boyut : 521 MB
Linkler :
http://rapidshare.com/files/277306967/Fatih_Sultan_Mehmed_HAN.part1.rar
http://rapidshare.com/files/277314627/Fatih_Sultan_Mehmed_HAN.part2.rar
http://rapidshare.com/files/277321845/Fatih_Sultan_Mehmed_HAN.part3.rar
http://rapidshare.com/files/277362557/Fatih_Sultan_Mehmed_HAN.part4.rar
http://rapidshare.com/files/277367742/Fatih_Sultan_Mehmed_HAN.part5.rar
Osman Gazi Han
Kitap ve Sünnet Işığında Dünya ve Ötesi
Açıklama : Bu belgesel filmde inşaallah, Kur'an-ı Kerim ve Hadis-i Şerifler ışığında kişiyi Cennet'e veya Cehennem'e götüren ameller hakkında bilgiler edineceksiniz. Ayrıca filmde, tarih boyunca ve günümüzde insanların ahiret ve bu bağlamdaki hayat felsefelerini izleyeceksiniz.
Tür : Belgesel
Yapım : 2008
Süre : 64:40
Büyüklük : 699 MB
Ebatlar : 640x368 (16:9)
Format : AVI
Linkler :
Rapid Share : Part 1 İNDİR - Part 2 İNDİR - Part 3 İNDİR - Part 4 İNDİR - Part 5 İNDİR - Part 6 İNDİR - Part 7 İNDİR
Subscribe to:
Posts (Atom)
International
Resim
Haber
Pictures
Bilder
Makale
Video Seyret
Belgesel
Sağlık
Cihad
Hikaye
Hz. Muhammed
العربيه
Film İndir
Wallpaper
Tasavvuf
E-Kitap
Documentary
Kur’an-ı Kerim
Klip
Eğitim
Dokumentar
Mp3
Program
Dini Bilgiler
Çizgi Film
Ebook
Movie
Ahir Zaman
News
Software
Biyografi
Programm
Sohbet İzle
Verschiedenes
Video Clip
Video Klip
Edebiyat
Film Seyret
Français
Others
E-Buch
Torrent
Русский
Quran
فارسی
English Lectures
Español
Koran
Cep Telefonu
Diğer
English Mp3
Musik
Tavsiye Site
Sesli Kitap
Shqip
日本語
Beitrag
Bahasa Indonesia
Suomi
മലയാളം
Bahasa Melayu
Dutch
Italiano
Lietuvių Kalba
Maranao
Mobile
Norsk
Português
Svenska
Čeština
Азәрбајҹан
Українська
български
түркмен
اردو
الروهنجيا
ภาษาไทย