Kanada'nın Fok Vahşeti
Ülkenin güneyindeki New Foundlan-Labrador eyaletinin St. Lawrence Körfezi'nde her yıl yapılan fok avının şekli ve av sonrası korkunç bir görüntü arz ediyor.
Kanada Balıkçılık Bakanlığı tarafından sadece yetişkin fokların avlanmasına izin verildiği açıklansa da avlanan fokların büyük bölümünü, derilerinin daha pahalı olması sebebiyle 3-4 aylık bebek foklar oluşturuyor.
Bebek foklar, avcıları gördüklerinde kaçmadıklarından, kalın sopalarla kafalarına vurulurken de savunmasız durumdalar.
Ölesiye dövülen yavru foklar, daha sonra çengelli sopalarla buzların üzerinde teknelere sürükleniyor. Bu sırada hala ölmeyen birçok yavrunun derisi ise canlı canlı yüzülüyor.
Kanada Balıkçılık Bakanlığı tarafından sadece yetişkin fokların avlanmasına izin verildiği açıklansa da avlanan fokların büyük bölümünü, derilerinin daha pahalı olması sebebiyle 3-4 aylık bebek foklar oluşturuyor.
Bebek foklar, avcıları gördüklerinde kaçmadıklarından, kalın sopalarla kafalarına vurulurken de savunmasız durumdalar.
Ölesiye dövülen yavru foklar, daha sonra çengelli sopalarla buzların üzerinde teknelere sürükleniyor. Bu sırada hala ölmeyen birçok yavrunun derisi ise canlı canlı yüzülüyor.
Wild Cats Wallpapers
1920X1200 - 1024X768 | JPEG | 100 FILES | 108 MB | ZIP
HOT-FILE DOWNLOAD
SHARING-MATRIX DOWNLOAD
TURBO-BIT DOWNLOAD
Çin Seddi 700 Kilometre Uzadı
Çin'in en önemli simgesi Çin Seddi'nin ülkenin orta kesimindeki Şaanşi eyaletinden kuzeybatısındaki Gansu eyaletine kadar uzanan 700 kilometrelik yeni duvarı keşfedildi.
China Daily gazetesinin haberine göre, 2007 yılında ülke genelinde başlatılan üçüncü milli kültür mirasları araştırmaları kapsamında bulunan yeni kalıntılar arasında, 15 bölümden oluşan ve 26 kilometre uzunluğunda Batı Han Hanedanlığı (M.Ö 206 - M.S 24) dönemine ait duvarın da olduğu belirtildi.
Arkeologlar Gansu eyaletinin Cinta bölgesinde bulunan duvarların Batı Han Hanedanlığından kalan en iyi korunmuş duvar olduğunu kaydetti.
Şaanşi eyaleti Arkeolojik Araştırmalar Enstitüsü Başkan Yardımcısı Vang Veylin, kurdukları araştırma ekibinin eyaletteki Yan’an, Yulin ve Veynan’daki 16 bölgede Muharip Devlet Dönemine (M.Ö 475 - 221) ait 200 kilometre, Sui Hanedanlığına (M.S 581 - 618) ait 500 kilometre civarında duvar bulduğunu kaydetti.
Liu Yulin adlı arkeolog, araştırmalar kapsamında buldukları yeni duvarların insan yerleşimlerine uzak olduğunu belirterek, "Çin Seddi’nin yeni bulunan kalıntılarının dağlık arazilerde ve çölde olması nedeniyle insan kaynaklı tahribat olmamış. Kalıntılarda, sadece sel ve kum fırtınalarından kaynaklanan kısmi tahribat var" diye konuştu.
"Çin’in sembolü" olarak 1987 yılında "Dünya Mirasları Listesi"ne alınan Çin Seddi’nin geçenlerde Çin’in kuzeydoğusu’ndaki Cilin eyaletinde 11 yeni bölümü daha keşfedilmişti.
Birçok imparator tarafından yüzyıllar boyunca inşa edilen Çin Seddi, kuzey Çin boyunca 8851 kilometre uzanıyor. Bugün ayakta duran kısım, Ming Hanedanlığı (1368 - 1644) devrinden kalan 2500 kilometrelik duvar.
China Daily gazetesinin haberine göre, 2007 yılında ülke genelinde başlatılan üçüncü milli kültür mirasları araştırmaları kapsamında bulunan yeni kalıntılar arasında, 15 bölümden oluşan ve 26 kilometre uzunluğunda Batı Han Hanedanlığı (M.Ö 206 - M.S 24) dönemine ait duvarın da olduğu belirtildi.
Arkeologlar Gansu eyaletinin Cinta bölgesinde bulunan duvarların Batı Han Hanedanlığından kalan en iyi korunmuş duvar olduğunu kaydetti.
Şaanşi eyaleti Arkeolojik Araştırmalar Enstitüsü Başkan Yardımcısı Vang Veylin, kurdukları araştırma ekibinin eyaletteki Yan’an, Yulin ve Veynan’daki 16 bölgede Muharip Devlet Dönemine (M.Ö 475 - 221) ait 200 kilometre, Sui Hanedanlığına (M.S 581 - 618) ait 500 kilometre civarında duvar bulduğunu kaydetti.
Liu Yulin adlı arkeolog, araştırmalar kapsamında buldukları yeni duvarların insan yerleşimlerine uzak olduğunu belirterek, "Çin Seddi’nin yeni bulunan kalıntılarının dağlık arazilerde ve çölde olması nedeniyle insan kaynaklı tahribat olmamış. Kalıntılarda, sadece sel ve kum fırtınalarından kaynaklanan kısmi tahribat var" diye konuştu.
"Çin’in sembolü" olarak 1987 yılında "Dünya Mirasları Listesi"ne alınan Çin Seddi’nin geçenlerde Çin’in kuzeydoğusu’ndaki Cilin eyaletinde 11 yeni bölümü daha keşfedilmişti.
Birçok imparator tarafından yüzyıllar boyunca inşa edilen Çin Seddi, kuzey Çin boyunca 8851 kilometre uzanıyor. Bugün ayakta duran kısım, Ming Hanedanlığı (1368 - 1644) devrinden kalan 2500 kilometrelik duvar.
Danimarka'da Yunus Vahşeti
Denizin kıpkırmızı görünmesinin sebebi doğal iklim değişiklikleri değil; dehşet veren bu manzaranın sebebi ‘medeni insanların’ Calderon cinsi yunuslardan yüzlercesini aynı anda katletmesi…...
Danimarka, Faroe Adaları’nda her yıl gerçekleşen bu katliamın başrolünde yetişkin olduklarını ispatlamaya çalışan yerli gençler var. Öldürerek ya da seyirci olarak, bölgedeki tüm halkın bir şekilde dahil olduğu bu vahşeti dünya ise görmemezlikten geliyor.
Calderon yunuslarının da diğer yunus türleri gibi insan canlısı olduğu ve çekinmeden insanlara yaklaştığı biliniyor. Böylece çekinmeden ölümlerine yüzen yunusların vücutlarına derin kesikler açılıyor ve kendi kanlarında boğulmaları için bırakılıyor.
Danimarka, Faroe Adaları’nda her yıl gerçekleşen bu katliamın başrolünde yetişkin olduklarını ispatlamaya çalışan yerli gençler var. Öldürerek ya da seyirci olarak, bölgedeki tüm halkın bir şekilde dahil olduğu bu vahşeti dünya ise görmemezlikten geliyor.
Calderon yunuslarının da diğer yunus türleri gibi insan canlısı olduğu ve çekinmeden insanlara yaklaştığı biliniyor. Böylece çekinmeden ölümlerine yüzen yunusların vücutlarına derin kesikler açılıyor ve kendi kanlarında boğulmaları için bırakılıyor.
Cep Telefonunundan Korunmanın 10 Yolu
Pittsburgh Üniversitesi Kanser Enstitüsü bilim adamları cep telefonunun vereceği zararlardan korunmanın 10 yolunu şöyle açıkladı:
1- Çocukları uzak tutun: Çok acil durumlar dışında cep telefonu kullanmasına izin vermeyin. Çocuk beynine elektromanyetik dalgaların girişi çok daha kolaydır. Bu dalganın etkileri çocuklarda çok daha etkin hissedilir.
2- Kulaklık kullanın: Konuşurken vücudunuzdan uzak tutun. 0.9 metre uzak tutulan bir telefondan yayılan elektromanyetik dalga 50 kat daha düşüktür. Mümkün olduğunca kulaklıkla kullanın.
3- Toplu Ulaşımda Kullanmayın: Toplu taşıma araçlarında cep telefonu kullanıp başkalarına da zarar vermeyin.
4-Çantada taşıyın: Telefonu üzerinizde taşımayın. Yatarken yanınıza koymayın ve mutlaka kapatın.
5- Tuş takımı dışarıya baksın: Üzerinizde taşıyacaksanız tuş takımının bulunduğu taraf dışarı baksın. Böylece dalgaların vücudunuza değil dışarı doğru yayılmasını sağlarsınız.
6- Kısa konuşun: Cep telefonunun etkisi kullanıldığı süreye bağlı olarak değişir. Konuşmalarınızın birkaç dakikayı geçmemesine özen gösterin.
7- Sürekli kulağınızı değiştirin: Cep telefonuyla konuşurken sık sık kulağınızı değiştirin. Karşı taraf açmadan telefonu kulağınıza götürmeyin.
8- Hızla hareket ederken kullanmayın: Sinyal seviyesi düşük olduğunda telefonla konuşmayın. Yüksek hızda arabada ya da trende giderken telefon baz istasyonlarını yakalamak için daha çok dalga yayacağı için telefonla konuşmayın.
9- SMS kullanın: Mümkün olduğunca SMS ile haberleşmeye çalışın.
10 - SAR oranına dikkat: SAR (Elektromanyetik dalga birimi) seviyesi düşük bir cep telefonu alın.
Maranki ile GDO'lar Üzerine Çok Özel
Prof. Dr. Ahmet Maranki, Milli Gazete yazarı Nedim Odabaşı'nın GDO'larla ilgili sorularını yanıtladı.
Prof. Dr. Ahmet Maranki, gazeteci yazar Nedim Odabaşı ile GDO'lu gıdalarla ilgili bir röportaj gerçekleştirdi.
Geni değiştirilmiş ve hibrid (melezleştirilmiş) bitkilerle ilgili "Biz bundan 2 sene önce çok önemli mesajlar vermiştik. Son günlerde GDO bombardımanı kopuyor" diyen Maranki, "Ben çok mutluyum. Biz üç sene önce, Avrupa'daki patateslerinin Arjantin'den tozlarının getirilip cips yapıldığı, çocuklarımızın mahvedileceği, yediğimiz domateslerin kabuklarının kalınlaştırılıp domuz geniyle karıştırılıp kabuğunun sertleştirildiği gibi pek çok konuyu gündeme getirdiğimizde, bize deli hükmünde bakmışlardı, şarlatan demişlerdi. Şimdi o gün çok önemli tartışma için ortaya attığımız taşı çıkarmaya çalışıyorlar" ifadelerini kullandı.
Nedim Odabaşı'nın Ahmet Maranki ile yaptığı Milli Gazete Röportajı:
M.G: Şifalı bitkiler bizim gerçeğimiz, öteden beri tabiat eczanesinin bize verdiği bu değerleri kullanmaktayız. Modern tıp, şifalı bitkileri geri plana itmiş gibi bir görüntü vardı. Şifalı bitkileri tekrar hayatımıza sokan birisi olarak neler söyleyeceksiniz?
A.M: Ben uzun yıllar Amerika'da ve Rusya'da devlet adına görevlerde bulundum. Amerika'da tarım çiftliklerinde Rusya'da 15 yıla yakın üniversitelerde, Pazar ekonomisti olarak pek çok araştırmalarda bulundum. Eşim de uzun yıllar integretif tıp alanında buralarda çalışmalarda bulundu. Hem Amerika'dan hem Rusya'dan Türkiye'ye baktığımızda, Türk insanının mutluluk yaşlarında emekli çağlarında hastane kapılarında olduğunu gördük.
Ülkemizin sağlık harcamalarının çok yüksek seviyelere çıktığını gördük. Önce kendimiz, ailemiz, çevremize baktığımızda hastane kapılarında vaktimizi geçirdiğimizi gördük. Bu Amerika'da böyle değildi, Avrupa'da hiç değildi. Yaptığımız çalışmalarda Avrupa'da, Amerika'da ve Rusya'da integretif tıp diye bir modelin ortaya konulduğunu gördük. İntegratif tıp, yani bütünsel tıp.
Bugünkü modern tıp denilen Ortodoks tıbbın engin tecrübelerini kabul ediyoruz, bunun yanında bitkilerin, renklerin, taşların, kokuların, aroma terapi, fitoterapi, çamur terapisi, inanç terapi, nokta masaj tedavisi gibi pek çok yan dalların şifasını da ortaya koyuyoruz. Bu eksikliği gördük ve Türkiye'de uygulamaya karar verdik. Türkiye'de doktorlar var, hastaneler ve ilaçlar var. Geldiğimizde bir çalışma yaptık. Konuşmaya başladık. 149 canlı yayın yaptık. Tüm bu bilgileri toplumla paylaştım ve yüzde 48'lere varan reytingler aldım. Ulusal ve uluslar arası kanallarda bu bilgileri paylaştım. Ben Avrupa'da daha çok etkiliyim. Hollanda Sağlık Vakfı Genel Başkanıyım...
Kainatın her yerinde hikmet var
Dünyanın her yerinde ve ülkemizde 308 canlı konferans verdim. Konuştuk, ardından kitaplar yazdık... Şifalı bitkiler kitabı. Bu ülkede şifalı bitkiler kitabı yok muydu? Vardı... Bizden önce 120'ye yakın şifalı bitkiler kitabı vardı ülkemizde. Ama bizim kitabımıza dikkat ederseniz, kozmik bilim ışığında şifalı bitkiler yazmaktadır. Kozmik bilim nedir? Kozmozda olan her şey, havanın da, suyun da, güneşin de, ayın da, inanç yapımızla ters düşmeyen bir yapıyı ortaya koymaya çalıştık.
Allah'ın yarattığı her şeyde bir hayır vardır, hikmet vardır prensibinden hareket ettiniz?
Kesinlikle... Zaten, "kozmik bilim", "kozmos" demek Allah'ın yarattığı her şeydir. Taşlardan renklere, kokulardan sulara, güneşin ayın hareketine, hilalinden dolunayına... Ayette ne buyuruluyor: "Ayın hareketinden ibret almaz mısınız?" Biz ibret aldık... Ay ne yapar? Suları çekip, iter... Bedenimizde de vardır, bu. Suları çekip ittiği için ay, bu günlerde biz de bedenimizle ilgili çalışmalar yapabiliriz. Ne günlerdir bu günler?
Peygamber Efendimizin (sav) 13, 14, 15 gün oruçları vardır biliyorsunuz. Efendimiz der ki, "Siz bir gün önce, bir gün sonra da tutun" Bütün kavimler bunu tutmuştur... Kozmik beden temizliği dediğimiz, on yaş gençleşme dediğimiz, kötü pisliklerin bedenden ayın çekim gücüyle atıldığı bir terapiyi getirdik. Dört yıldır ülkemizde yaptırıyoruz. Şifalı bitkiler kitabı da işte böyle bir düşünceden çıktı. Biz Türkiye'de 450'ye yakın bitkiyi aldık. Hastalıklara nasıl tedavide yardımcı olunur? Şifalı bitkiler sadece tedavi amacıyla kullanılmaz. Nedir? Modern tıbbın ışığı altında.... Türkiye'de hasta tedavi etmek, ilgili tababet kanunu gereği hekimlere aittir. Biz, önerilerimizle insanlara hekimlerin görüşleri doğrultusunda, bitkinin, suyun, taşın, termalin bir araştırma yaparak, toplumsal bilinç sahibi bir vatandaş olarak ortaya koymaya çalışıyoruz.
Siz modern tıbba ve toplumun bilinçlenmesine yardımcı olacak enstrümanları ortaya koyuyorsunuz?
Evet... Allah'ın ilk emri okudur... Biz insanların okuması için bu kitapları yazıyoruz. İlk kitabım yaşam enerjisidir. Şifalı bitkiler, masajla tedavi kitabı, noktalarla tedavi kitabı, şifalı yemekler kitabı, yaşam enerjisi kitabından çıkmıştır. Daha sıra da şifalı taşlar, sağlıklı düşünme kitabı var. Bu sekiz kitapla serimizi tamamlamış olacağız. Konuştuk, yazdık yetmedi....
Şifalı bitkileri kim nerden bulacak? Nasıl toplayacak? Nerede kurutmuş? Nerede muhafaza etmiş? Her bitki için... Sonra nerede mamül hale getirmiş? Kapsül yapılıp jelatini ne? Domuz mu? Jelatininde istenmeyen şeyler var mı? Maranki ve Kozmik bilim ekibi bunu da düşünmüş, kendi ürünlerini yaparken, bütün bunların ürünlerini ortaya koymuş. Binlerce dönüm organik araziler tutmuş. Burdur'da, Alanya'da, Yozgat Çekerek'de binlerce dönüm arazide bu ürünleri yetiştirmiş, buralarda ehil insanlarca toplanıp kurutulmuş ve ilaç fabrikalarında bunları drog, tablet ve kapsül hale getirmiş. Bütün bunlar bu ülkede Cumhuriyet kurulduğundan beri yapılan ilk uygulamalardır. Peki piyasada droglar yok mu? Var, ama hepsi de yabancıların.
Bir takım güçler, tröstler hayırlı işleri engelliyor
Biz Kur'an ve sünnetullah'da bildirilmeyen hiçbir metodu halkımızla paylaşmıyoruz. Bizim programımızı Yaratıcı hazırlamış. Yaratıcı bizim emrimize kozmozu, kainatı vermiş. Benim, 26 tane bitkisel drogum var, bunun 20 tanesi Kur'an'da ve Sünnetullah'da geçen bitkilerdir. Efendimizin bizzat tavsiye ettiği üründür. Mesela, kapari.... Dünyada adı yoktur bunun. İlk defa biz ürettik. Gebere otudur. Anadolu'da üretilen bir bitkidir. Tarlalarda kenara köşeye atılan bir bitkidir. 40 sene kadar önce yabancılar bunu alıp Fransa ve İspanya'da, aynı ekolojik bölgede olduğumuz için yetiştiriyorlar.
Şu an bu ülkeler 20 milyar dolar gelir elde ediyorlar. Kanser hastalıklarında kan temizleyici, bir yardımcı preparat olarak kullanılması için, tarım bakanlığından ruhsatlandırdık, ama çok acı bir şey, bir yıl sonra bize kapari hapınız yasaklanmıştır diye bize bir yazı geldi, tarım bakanlığından. Şu an süreç devam ediyor.
Kontrol genel müdürlüğünden sorumlu Prof. Dr. Nevzat Arık'ın master tezi, kapari bitkisi üzerinedir. Ama bugünkü yönetim, bir rapor gereği bu bitkiyi yasaklayabilmiştir, ama bu süreçler aşılacaktır. Avrupa Birliği sürecinde artık Avrupa Gıda Kodeksi dikkate alınacaktır. Benim tek temennim şudur: Ben Kastamonu İnebolu'luyum, benim İnebolulu vatandaşım da, Şemdinli'deki vatandaşım da Almanya'daki insan gibi yaşasın. Onun gibi kanuni haklara sahip olsun. Ülkemizdeki bir takım güçler, holdingler ve tröstler, bu ülkenin faydasına olabilecek şeyleri engelleme erkinde görüyorlar kendilerini. Bunu çözecek tek şey eğitimdir, yasama yürütme yargıdır. Biz bundaki eksiklikleri Avrupa Birliği'ndeki kanun ve mevzuatlarla aşabileceğimiz kanaatindeyim.
Şifalı Bitkiler kitabımız işte bu aksaklıkları gördüğümüz için ortaya çıktı. Şifalı Bitkiler kitabında sadece bitkiler yok, hastalıklara önerilen yardımcı preparatlar var. Artı genetiği değiştirilmiş bitkiler ve hibrit tohumlarla ilgili bilgiler de var.
Biz de oraya gelmek istiyorduk. Gündemdeki GDO tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Geni değiştirilmiş ve hibrid (melezleştirilmiş) bitkilerle ilgili biz bundan iki sene önce çok önemli mesajlar vermiştik. Son günlerde GDO bombardımanı kopuyor. Ben çok mutluyum. Biz üç sene önce, Avrupa'daki patateslerinin Arjantin'den tozlarının getirilip cips yapıldığı, çocuklarımızın mahvedileceği, yediğimiz domateslerin kabuklarının kalınlaştırılıp domuz geniyle karıştırılıp kabuğunun sertleştirildiği gibi pek çok konuları gündeme getirdiğimizde, bize deli hükmünde bakmışlardı, şarlatan demişlerdi. Neslimiz yok oluyor, bu kadar ilaç tüketimi, 30 milyar dolarlar, her yıl üç-beş milyar dolarlık ilaç tüketimi artarken ve biz bunları gündeme getirirken, acaba bunların arkasında kim var demişlerdi. Bizim arkamızda Yaratıcı vardı, inanç değerlerimiz vardı, halkımız vardı.
Bu kaygıyla bunları söylemiştik. Artı, bunları söylemememiz için bizlere binlerce dolarlık teklifler de yapıldı. Biz bir taş attık... Biz tütün eksperiyiz, endüstri mühendisiyiz, siyaset profesörüyüz. Ülkemizin geleceği elden gidiyor, ey ehiller, ey profesörler, ey iktidar sahipleri, sosyal dernekler, gönüllü teşekküller diye feryat ettik. Şimdi attığımız taşı çıkarmak için uğraşan binlerce uzmanı görüyoruz. Hatta hekimlerimiz bile artık ot uzmanı kesildi. Ben buradan Onkoloji vakfından Erkan Topuz Hoca'ma, Ender Saraç'a, İbrahim Saraçoğlu'na bu konuları gündeme taşıdıkları için şükranlarımı sunuyorum.
Türkiye şifalı bitki zenginidir
Türkiye'nin bitki florasını en iyi bilen insanlardansınız. Şifalı bitkiler floramız hangi kategoridedir?
Ben Türkiye'nin her tarafında konferanslar verdim. Mardin'in Dargeçiti'ne ilk defa ben gittim. Eğitim Bir Sen'in düzenlediği bir konferansa katıldım. Kimsenin Türkçe bilmediği burada verdiğim konferanstan aldığım lezzeti, başka yerlerden almamışımdır. Ülkemiz şifalı bitkiler açısından en zengin, tesbit edilebilen 9 bin 600 endemik bitkiye sahiptir. Çok araştırıldığında bu sayı, 15 bine bile çıkabilir. Sadece benim şehrim Kastamonu'da dünyada olmayan 3 tane bitki var.
Rahmetli Hüseyin Uçar hocamız vardı, bunlar Türkiye'de botanik biliminin kitaplarının hazırlanmasına sebep olmuşlardır. Hüseyin Hoca, hangi rakımda hangi bitkinin olduğunu çok iyi bilirdi. Ülkemiz, maalesef, dağlarımızda tonlarca alıç, kalp damar hastalıklarının ilacı olarak bilinir, ahlatlar, armutlar, binlerce karabaş otu, tarlalarda duruyor. Deve dikenleri etrafımızı tırmalıyor. Deve dikenlerinin dünyada orijinal isimleri var. 10 gramı, 50-60 euroya satılıyor. Deve Dikenleri tarlalarda duruyor. Bütün bunları topluyoruz şimdi....
Tokat'ta insanlara dağdaki alıçları toplayın getirin, alım merkezlerimizde kilosu 10 milyon liraya alıyoruz. Deve dikenlerini toplattırdık, hap yaptık Türkiye'de ilk defa. Deve Dikeni, karaciğerin tek ilacıdır. Sarı Kantaron, psikolojik hastalıklarda, depresyon hastalıklarında dünyada üzerinde araştırma yapılan en önemli bitkidir. Karabaş otu, Bamya Çiçeği, Zencefil, Isırgan, Sarımsak tableti, Kişniş, Yeşil Çay tabletleri yaptık.
Geçtiğimiz günlerde "çaylarda tehlike olabilir" dedik... Çayların üzerine azot gübre atılıyor, hava nemli olduğu için bu da çayların yaprağında bozukluklara sebep olabilir. Aman, gübrenizi toprağa atın dedik... Bunlar da olumsuz kimyasal etkiler yapabilir. Biz ülkemizi seviyoruz, bu ülke bir çay ülkesi. Karadeniz halkına da müjde diyorum. Bu ülkede yeşil çayın tabletini ilk biz yaptık, posasıyla birlikte. Biz Karadeniz halkımızı ve ülkemizi destekliyoruz.
Çayımızı içeceğiz, ama ne zaman? Yemeklerden bir saat sonra... İçine bir iki damla limon sıkılırsa daha faydalı olacağını düşünüyoruz. Yeşil Çay'ın dünyanın en güçlü antioksidanı olduğu Almanya'da yapılan araştırmalarda ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte Ekinezya Çayı'nın tabletini yaptık. Ekinezya Çayı, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinin en önemli temel maddesidir. Bağışıklık sisteminin, domuz gribinin en etken maddesidir. Domuz gribi diye bir grip yoktur bana göre.. Grip, çok fonksiyonlu viral bir enfeksiyondur diye düşünüyorum. Ben hekim değilim. Ekinezya, zencefil ve bamya çiçeğiyle çocuklarınızı hastalanmadan yıllarca koruyabilirsiniz. Bununla birlikte çok sayıda şifalı bitkinin tabletini yaptık...
Ben aslında Eczacılık Fakültelerinde okutulan kitaplarda yer alan bilgileri sizinle paylaşıyorum. Ama bunları topluma anlatan bir birim yok. Üniversitedeki hocalar talebelere anlatıyor. Talebeler uzman olduktan sonra toplumla paylaşmıyor. Bununla kalmadık, saç bakım yağı da ürettik. Saçınız dökülüyorsa, ısırgan, sarımsak, çam yağı, buğday yağı, biberiye yağı. Bunları karıştırın ve bakın 15 gün sonra saçınız çıkıyor mu çıkmıyor mu? Hiçbir yan etkisi yoktur. Romatizma için hardal yağı, biberiye yağı, kekik yağı ürünlerimiz var.
Bütün bunlar dışında neler yapıyorsunuz?
Konuşuyoruz, yazıyoruz, şifalı bitkilerle ilgili tabletler üretiyoruz, bütün bunlardan sonra sempozyumlarımızda ruhsal ve bedensel arınma seansları gerçekleştiriyoruz. İnsanların sağlıklı yaşamasına bir çığır açıyoruz. Kainat eczanesinde insanın hastalanmaması için bütün bitkiler mevcuttur. Hastalandığınızda zaten doktorlar var... Sadece bitkilerle tedavi olmanız mümkün değil. Peygamber Efendimiz (sav), "Yüzük takın" demiş. Ama, hangi taşlı yüzüğü takacaksınız? Taş çok önemli...
Taşlarla ve kokularla tedavi
Taşlardan gelen enerji var, şifalar var. Ne zaman doğduğunuzun çok çok önemi vardır. Peygamber Efendimiz (sav), "Koku sürünün" demiştir. Neden binlerce çeşit bitkinin kendilerine ait kokuları var? Kokular bizim için... Hangi burçta, hangi şakranızın, hangi rengi kullanacağınız çok önemlidir. Elbiselerin rengi bile çok önemlidir. Sıbgatulllah.... Allah'ın boyası vardır... Moraliniz bozuksa morla boyanırsınız. Triotleriniz mavidir, kalbiniz yeşildir. Osmanlı 400 sene Darüşşifada yeşil odalarda su sesiyle kalp ve akciğer hastalıklarını tedavi etmiştir. Toprakla yedi renkle ilgiliyiz biz. Oturma odanızın rengi yeşil tonları olmalı, çalışma odanızın rengi mor olmalı.
Renkler aslında psikolojimizi yansıtır. Bir hanım başörtüsünü mor alıyorsa, moralinde bir sıkıntı vardır. Siyah alıyorsa, onda problem vardır. Siyah yoktur, karanlık bir renktir, bütün enerjileri çeker çünkü. Onun için biz laciverti, moru, lilayı öneriyoruz. Sınıfların rengi sarı bütün okullarda. Sarı ne rengi, mide rengi... Çocuklarımızın hepsi obez oluyor.
Bütün bunlar da yetmez hastalanmamak için, nokta ve masaj tedavisi de gerekir. Eşimin Rusya'daki ders kitaplarıdır bunlar. İnsanlar elleriyle diğer bölgelerine dokunarak kendilerini tedavi edebilecek. Kısırlıktan başağrısına, sigara bırakmadan pek çok hastalığa noktalarla tedavi etmek mümkün.
Refleksoloji bilimi bunun için var, Prolaktif Masaj bunun için var. Bunları dört beş sene önce konuşan hiç kimse yoktu. Uzmanlar yeni yeni bu konularda çalışmalar yapmaya başladılar. Masaj dedik, bizim masajlarımızın da çakması çıktı. Türkiye'ye yeni bir gündem getirdik. En önemli tedavi metodumuz, termal sular. Ülkemiz dünyanın en önemli termal merkezlerinden. İnşallah Afyon Gazlı Göl bölgesinde, kozmik yaşam sağlık merkezini kuracağız. İnsanlar bir hafta içinde bütün sıkıntılarından arınarak gidecekler.
Termal kültürü yok ediliyor
Denizli'de termal bölgesinde, Bursa termal bölgesinde, Samsun Kozaklı termal bölgesinde bu sağlık hizmetini insanlarımızın hizmetine sunmazsak, insanlarımızın hastane kapılarındaki çilesi bitmeyecektir. Eskiden ilaçlar yoktu, kaplıcalar vardı. Kaplıca kültürü yok ediliyor ülkemizde. Bu kültür, modernize edilmiş şekilde, hijyenik olarak Türk ve Anadolu insanının hizmetine muhakkak sunulmalıdır.
Biz bu kültürü yaşatmaya çalışıyoruz. Arınma kamplarımızı termal tesislerde gerçekleştiriyoruz. Küresel ısınma sebebiyle Akdeniz'de biten turizm potansiyelini artık yayla turizmine, termal turizme doğa turizmine kaydırmalıyız. Son olarak en önemli terapimiz, inanç terapimizdir. Biz Yaratıcı'nın emirlerine ters işler yaptığımızda hastalanırız. Hastalık, Allah (c.c)'ünü hatırladığımız en önemli sebep. Hastalık, Yaratıcı'nın bize şefkat tokatı. Sağlıklı günlerimizi anlamamızın bir değeri, ölçüsü. Dolayısıyla hastalıklardan korkmayacağız, ondaki mesajı anlamaya çalışacağız. Güzel insan olacağız, güzel göreceğiz, güzel düşüneceğiz, güzel yaşamaya çalışacağız.
İnşallah, hekimlerimizin kontrolünde sağlıklı yaşam merkezleri açarak, burada anlattığımız konularla ilgili ürünlerimizi sunacağız. Bir müjde daha vermek istiyorum: Türkiye'de bütün dünyada olduğu gibi kozmik centerler açacağız. Bu centerler da sağlıklı bitkilerimiz, droglarımız olacak. Keçi peynirimiz, lorlarımız, ahlatlarımız, meyve sularımız olacak. Bu dükkanları özellikle AVM'lerde Türk halkına hediye edeceğiz. Bir rahatsızlığınız mı var, hemen formüllere göre bitki sularınız hazırlanacak ve kendinizi zinde hissedeceksiniz. Bütün bunun modelini de bir ay içinde franchaising Cozmic Center olarak ortaya koyacağız. Bunlar bir ekonomik patlamaya sebep olacak.
Şu ana kadar 50'ye yakın kuruluş bize müracaat etti. Bir sonraki hedefimiz de termal merkezlerde arınma kamplarımızı kurmak. Sağlıklı yaşam için formüllerimizi ortaya koyuyoruz. Ürünlerimizle, bitkilerimizle, kitaplarımızla çok önemli bir yaşam tarzı ortaya koyuyoruz. İnsanlar bize www.maranki.com adresinden ulaşabilirler.
Prof. Dr. Ahmet Maranki, gazeteci yazar Nedim Odabaşı ile GDO'lu gıdalarla ilgili bir röportaj gerçekleştirdi.
Geni değiştirilmiş ve hibrid (melezleştirilmiş) bitkilerle ilgili "Biz bundan 2 sene önce çok önemli mesajlar vermiştik. Son günlerde GDO bombardımanı kopuyor" diyen Maranki, "Ben çok mutluyum. Biz üç sene önce, Avrupa'daki patateslerinin Arjantin'den tozlarının getirilip cips yapıldığı, çocuklarımızın mahvedileceği, yediğimiz domateslerin kabuklarının kalınlaştırılıp domuz geniyle karıştırılıp kabuğunun sertleştirildiği gibi pek çok konuyu gündeme getirdiğimizde, bize deli hükmünde bakmışlardı, şarlatan demişlerdi. Şimdi o gün çok önemli tartışma için ortaya attığımız taşı çıkarmaya çalışıyorlar" ifadelerini kullandı.
Nedim Odabaşı'nın Ahmet Maranki ile yaptığı Milli Gazete Röportajı:
M.G: Şifalı bitkiler bizim gerçeğimiz, öteden beri tabiat eczanesinin bize verdiği bu değerleri kullanmaktayız. Modern tıp, şifalı bitkileri geri plana itmiş gibi bir görüntü vardı. Şifalı bitkileri tekrar hayatımıza sokan birisi olarak neler söyleyeceksiniz?
A.M: Ben uzun yıllar Amerika'da ve Rusya'da devlet adına görevlerde bulundum. Amerika'da tarım çiftliklerinde Rusya'da 15 yıla yakın üniversitelerde, Pazar ekonomisti olarak pek çok araştırmalarda bulundum. Eşim de uzun yıllar integretif tıp alanında buralarda çalışmalarda bulundu. Hem Amerika'dan hem Rusya'dan Türkiye'ye baktığımızda, Türk insanının mutluluk yaşlarında emekli çağlarında hastane kapılarında olduğunu gördük.
Ülkemizin sağlık harcamalarının çok yüksek seviyelere çıktığını gördük. Önce kendimiz, ailemiz, çevremize baktığımızda hastane kapılarında vaktimizi geçirdiğimizi gördük. Bu Amerika'da böyle değildi, Avrupa'da hiç değildi. Yaptığımız çalışmalarda Avrupa'da, Amerika'da ve Rusya'da integretif tıp diye bir modelin ortaya konulduğunu gördük. İntegratif tıp, yani bütünsel tıp.
Bugünkü modern tıp denilen Ortodoks tıbbın engin tecrübelerini kabul ediyoruz, bunun yanında bitkilerin, renklerin, taşların, kokuların, aroma terapi, fitoterapi, çamur terapisi, inanç terapi, nokta masaj tedavisi gibi pek çok yan dalların şifasını da ortaya koyuyoruz. Bu eksikliği gördük ve Türkiye'de uygulamaya karar verdik. Türkiye'de doktorlar var, hastaneler ve ilaçlar var. Geldiğimizde bir çalışma yaptık. Konuşmaya başladık. 149 canlı yayın yaptık. Tüm bu bilgileri toplumla paylaştım ve yüzde 48'lere varan reytingler aldım. Ulusal ve uluslar arası kanallarda bu bilgileri paylaştım. Ben Avrupa'da daha çok etkiliyim. Hollanda Sağlık Vakfı Genel Başkanıyım...
Kainatın her yerinde hikmet var
Dünyanın her yerinde ve ülkemizde 308 canlı konferans verdim. Konuştuk, ardından kitaplar yazdık... Şifalı bitkiler kitabı. Bu ülkede şifalı bitkiler kitabı yok muydu? Vardı... Bizden önce 120'ye yakın şifalı bitkiler kitabı vardı ülkemizde. Ama bizim kitabımıza dikkat ederseniz, kozmik bilim ışığında şifalı bitkiler yazmaktadır. Kozmik bilim nedir? Kozmozda olan her şey, havanın da, suyun da, güneşin de, ayın da, inanç yapımızla ters düşmeyen bir yapıyı ortaya koymaya çalıştık.
Allah'ın yarattığı her şeyde bir hayır vardır, hikmet vardır prensibinden hareket ettiniz?
Kesinlikle... Zaten, "kozmik bilim", "kozmos" demek Allah'ın yarattığı her şeydir. Taşlardan renklere, kokulardan sulara, güneşin ayın hareketine, hilalinden dolunayına... Ayette ne buyuruluyor: "Ayın hareketinden ibret almaz mısınız?" Biz ibret aldık... Ay ne yapar? Suları çekip, iter... Bedenimizde de vardır, bu. Suları çekip ittiği için ay, bu günlerde biz de bedenimizle ilgili çalışmalar yapabiliriz. Ne günlerdir bu günler?
Peygamber Efendimizin (sav) 13, 14, 15 gün oruçları vardır biliyorsunuz. Efendimiz der ki, "Siz bir gün önce, bir gün sonra da tutun" Bütün kavimler bunu tutmuştur... Kozmik beden temizliği dediğimiz, on yaş gençleşme dediğimiz, kötü pisliklerin bedenden ayın çekim gücüyle atıldığı bir terapiyi getirdik. Dört yıldır ülkemizde yaptırıyoruz. Şifalı bitkiler kitabı da işte böyle bir düşünceden çıktı. Biz Türkiye'de 450'ye yakın bitkiyi aldık. Hastalıklara nasıl tedavide yardımcı olunur? Şifalı bitkiler sadece tedavi amacıyla kullanılmaz. Nedir? Modern tıbbın ışığı altında.... Türkiye'de hasta tedavi etmek, ilgili tababet kanunu gereği hekimlere aittir. Biz, önerilerimizle insanlara hekimlerin görüşleri doğrultusunda, bitkinin, suyun, taşın, termalin bir araştırma yaparak, toplumsal bilinç sahibi bir vatandaş olarak ortaya koymaya çalışıyoruz.
Siz modern tıbba ve toplumun bilinçlenmesine yardımcı olacak enstrümanları ortaya koyuyorsunuz?
Evet... Allah'ın ilk emri okudur... Biz insanların okuması için bu kitapları yazıyoruz. İlk kitabım yaşam enerjisidir. Şifalı bitkiler, masajla tedavi kitabı, noktalarla tedavi kitabı, şifalı yemekler kitabı, yaşam enerjisi kitabından çıkmıştır. Daha sıra da şifalı taşlar, sağlıklı düşünme kitabı var. Bu sekiz kitapla serimizi tamamlamış olacağız. Konuştuk, yazdık yetmedi....
Şifalı bitkileri kim nerden bulacak? Nasıl toplayacak? Nerede kurutmuş? Nerede muhafaza etmiş? Her bitki için... Sonra nerede mamül hale getirmiş? Kapsül yapılıp jelatini ne? Domuz mu? Jelatininde istenmeyen şeyler var mı? Maranki ve Kozmik bilim ekibi bunu da düşünmüş, kendi ürünlerini yaparken, bütün bunların ürünlerini ortaya koymuş. Binlerce dönüm organik araziler tutmuş. Burdur'da, Alanya'da, Yozgat Çekerek'de binlerce dönüm arazide bu ürünleri yetiştirmiş, buralarda ehil insanlarca toplanıp kurutulmuş ve ilaç fabrikalarında bunları drog, tablet ve kapsül hale getirmiş. Bütün bunlar bu ülkede Cumhuriyet kurulduğundan beri yapılan ilk uygulamalardır. Peki piyasada droglar yok mu? Var, ama hepsi de yabancıların.
Bir takım güçler, tröstler hayırlı işleri engelliyor
Biz Kur'an ve sünnetullah'da bildirilmeyen hiçbir metodu halkımızla paylaşmıyoruz. Bizim programımızı Yaratıcı hazırlamış. Yaratıcı bizim emrimize kozmozu, kainatı vermiş. Benim, 26 tane bitkisel drogum var, bunun 20 tanesi Kur'an'da ve Sünnetullah'da geçen bitkilerdir. Efendimizin bizzat tavsiye ettiği üründür. Mesela, kapari.... Dünyada adı yoktur bunun. İlk defa biz ürettik. Gebere otudur. Anadolu'da üretilen bir bitkidir. Tarlalarda kenara köşeye atılan bir bitkidir. 40 sene kadar önce yabancılar bunu alıp Fransa ve İspanya'da, aynı ekolojik bölgede olduğumuz için yetiştiriyorlar.
Şu an bu ülkeler 20 milyar dolar gelir elde ediyorlar. Kanser hastalıklarında kan temizleyici, bir yardımcı preparat olarak kullanılması için, tarım bakanlığından ruhsatlandırdık, ama çok acı bir şey, bir yıl sonra bize kapari hapınız yasaklanmıştır diye bize bir yazı geldi, tarım bakanlığından. Şu an süreç devam ediyor.
Kontrol genel müdürlüğünden sorumlu Prof. Dr. Nevzat Arık'ın master tezi, kapari bitkisi üzerinedir. Ama bugünkü yönetim, bir rapor gereği bu bitkiyi yasaklayabilmiştir, ama bu süreçler aşılacaktır. Avrupa Birliği sürecinde artık Avrupa Gıda Kodeksi dikkate alınacaktır. Benim tek temennim şudur: Ben Kastamonu İnebolu'luyum, benim İnebolulu vatandaşım da, Şemdinli'deki vatandaşım da Almanya'daki insan gibi yaşasın. Onun gibi kanuni haklara sahip olsun. Ülkemizdeki bir takım güçler, holdingler ve tröstler, bu ülkenin faydasına olabilecek şeyleri engelleme erkinde görüyorlar kendilerini. Bunu çözecek tek şey eğitimdir, yasama yürütme yargıdır. Biz bundaki eksiklikleri Avrupa Birliği'ndeki kanun ve mevzuatlarla aşabileceğimiz kanaatindeyim.
Şifalı Bitkiler kitabımız işte bu aksaklıkları gördüğümüz için ortaya çıktı. Şifalı Bitkiler kitabında sadece bitkiler yok, hastalıklara önerilen yardımcı preparatlar var. Artı genetiği değiştirilmiş bitkiler ve hibrit tohumlarla ilgili bilgiler de var.
Biz de oraya gelmek istiyorduk. Gündemdeki GDO tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Geni değiştirilmiş ve hibrid (melezleştirilmiş) bitkilerle ilgili biz bundan iki sene önce çok önemli mesajlar vermiştik. Son günlerde GDO bombardımanı kopuyor. Ben çok mutluyum. Biz üç sene önce, Avrupa'daki patateslerinin Arjantin'den tozlarının getirilip cips yapıldığı, çocuklarımızın mahvedileceği, yediğimiz domateslerin kabuklarının kalınlaştırılıp domuz geniyle karıştırılıp kabuğunun sertleştirildiği gibi pek çok konuları gündeme getirdiğimizde, bize deli hükmünde bakmışlardı, şarlatan demişlerdi. Neslimiz yok oluyor, bu kadar ilaç tüketimi, 30 milyar dolarlar, her yıl üç-beş milyar dolarlık ilaç tüketimi artarken ve biz bunları gündeme getirirken, acaba bunların arkasında kim var demişlerdi. Bizim arkamızda Yaratıcı vardı, inanç değerlerimiz vardı, halkımız vardı.
Bu kaygıyla bunları söylemiştik. Artı, bunları söylemememiz için bizlere binlerce dolarlık teklifler de yapıldı. Biz bir taş attık... Biz tütün eksperiyiz, endüstri mühendisiyiz, siyaset profesörüyüz. Ülkemizin geleceği elden gidiyor, ey ehiller, ey profesörler, ey iktidar sahipleri, sosyal dernekler, gönüllü teşekküller diye feryat ettik. Şimdi attığımız taşı çıkarmak için uğraşan binlerce uzmanı görüyoruz. Hatta hekimlerimiz bile artık ot uzmanı kesildi. Ben buradan Onkoloji vakfından Erkan Topuz Hoca'ma, Ender Saraç'a, İbrahim Saraçoğlu'na bu konuları gündeme taşıdıkları için şükranlarımı sunuyorum.
Türkiye şifalı bitki zenginidir
Türkiye'nin bitki florasını en iyi bilen insanlardansınız. Şifalı bitkiler floramız hangi kategoridedir?
Ben Türkiye'nin her tarafında konferanslar verdim. Mardin'in Dargeçiti'ne ilk defa ben gittim. Eğitim Bir Sen'in düzenlediği bir konferansa katıldım. Kimsenin Türkçe bilmediği burada verdiğim konferanstan aldığım lezzeti, başka yerlerden almamışımdır. Ülkemiz şifalı bitkiler açısından en zengin, tesbit edilebilen 9 bin 600 endemik bitkiye sahiptir. Çok araştırıldığında bu sayı, 15 bine bile çıkabilir. Sadece benim şehrim Kastamonu'da dünyada olmayan 3 tane bitki var.
Rahmetli Hüseyin Uçar hocamız vardı, bunlar Türkiye'de botanik biliminin kitaplarının hazırlanmasına sebep olmuşlardır. Hüseyin Hoca, hangi rakımda hangi bitkinin olduğunu çok iyi bilirdi. Ülkemiz, maalesef, dağlarımızda tonlarca alıç, kalp damar hastalıklarının ilacı olarak bilinir, ahlatlar, armutlar, binlerce karabaş otu, tarlalarda duruyor. Deve dikenleri etrafımızı tırmalıyor. Deve dikenlerinin dünyada orijinal isimleri var. 10 gramı, 50-60 euroya satılıyor. Deve Dikenleri tarlalarda duruyor. Bütün bunları topluyoruz şimdi....
Tokat'ta insanlara dağdaki alıçları toplayın getirin, alım merkezlerimizde kilosu 10 milyon liraya alıyoruz. Deve dikenlerini toplattırdık, hap yaptık Türkiye'de ilk defa. Deve Dikeni, karaciğerin tek ilacıdır. Sarı Kantaron, psikolojik hastalıklarda, depresyon hastalıklarında dünyada üzerinde araştırma yapılan en önemli bitkidir. Karabaş otu, Bamya Çiçeği, Zencefil, Isırgan, Sarımsak tableti, Kişniş, Yeşil Çay tabletleri yaptık.
Geçtiğimiz günlerde "çaylarda tehlike olabilir" dedik... Çayların üzerine azot gübre atılıyor, hava nemli olduğu için bu da çayların yaprağında bozukluklara sebep olabilir. Aman, gübrenizi toprağa atın dedik... Bunlar da olumsuz kimyasal etkiler yapabilir. Biz ülkemizi seviyoruz, bu ülke bir çay ülkesi. Karadeniz halkına da müjde diyorum. Bu ülkede yeşil çayın tabletini ilk biz yaptık, posasıyla birlikte. Biz Karadeniz halkımızı ve ülkemizi destekliyoruz.
Çayımızı içeceğiz, ama ne zaman? Yemeklerden bir saat sonra... İçine bir iki damla limon sıkılırsa daha faydalı olacağını düşünüyoruz. Yeşil Çay'ın dünyanın en güçlü antioksidanı olduğu Almanya'da yapılan araştırmalarda ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte Ekinezya Çayı'nın tabletini yaptık. Ekinezya Çayı, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinin en önemli temel maddesidir. Bağışıklık sisteminin, domuz gribinin en etken maddesidir. Domuz gribi diye bir grip yoktur bana göre.. Grip, çok fonksiyonlu viral bir enfeksiyondur diye düşünüyorum. Ben hekim değilim. Ekinezya, zencefil ve bamya çiçeğiyle çocuklarınızı hastalanmadan yıllarca koruyabilirsiniz. Bununla birlikte çok sayıda şifalı bitkinin tabletini yaptık...
Ben aslında Eczacılık Fakültelerinde okutulan kitaplarda yer alan bilgileri sizinle paylaşıyorum. Ama bunları topluma anlatan bir birim yok. Üniversitedeki hocalar talebelere anlatıyor. Talebeler uzman olduktan sonra toplumla paylaşmıyor. Bununla kalmadık, saç bakım yağı da ürettik. Saçınız dökülüyorsa, ısırgan, sarımsak, çam yağı, buğday yağı, biberiye yağı. Bunları karıştırın ve bakın 15 gün sonra saçınız çıkıyor mu çıkmıyor mu? Hiçbir yan etkisi yoktur. Romatizma için hardal yağı, biberiye yağı, kekik yağı ürünlerimiz var.
Bütün bunlar dışında neler yapıyorsunuz?
Konuşuyoruz, yazıyoruz, şifalı bitkilerle ilgili tabletler üretiyoruz, bütün bunlardan sonra sempozyumlarımızda ruhsal ve bedensel arınma seansları gerçekleştiriyoruz. İnsanların sağlıklı yaşamasına bir çığır açıyoruz. Kainat eczanesinde insanın hastalanmaması için bütün bitkiler mevcuttur. Hastalandığınızda zaten doktorlar var... Sadece bitkilerle tedavi olmanız mümkün değil. Peygamber Efendimiz (sav), "Yüzük takın" demiş. Ama, hangi taşlı yüzüğü takacaksınız? Taş çok önemli...
Taşlarla ve kokularla tedavi
Taşlardan gelen enerji var, şifalar var. Ne zaman doğduğunuzun çok çok önemi vardır. Peygamber Efendimiz (sav), "Koku sürünün" demiştir. Neden binlerce çeşit bitkinin kendilerine ait kokuları var? Kokular bizim için... Hangi burçta, hangi şakranızın, hangi rengi kullanacağınız çok önemlidir. Elbiselerin rengi bile çok önemlidir. Sıbgatulllah.... Allah'ın boyası vardır... Moraliniz bozuksa morla boyanırsınız. Triotleriniz mavidir, kalbiniz yeşildir. Osmanlı 400 sene Darüşşifada yeşil odalarda su sesiyle kalp ve akciğer hastalıklarını tedavi etmiştir. Toprakla yedi renkle ilgiliyiz biz. Oturma odanızın rengi yeşil tonları olmalı, çalışma odanızın rengi mor olmalı.
Renkler aslında psikolojimizi yansıtır. Bir hanım başörtüsünü mor alıyorsa, moralinde bir sıkıntı vardır. Siyah alıyorsa, onda problem vardır. Siyah yoktur, karanlık bir renktir, bütün enerjileri çeker çünkü. Onun için biz laciverti, moru, lilayı öneriyoruz. Sınıfların rengi sarı bütün okullarda. Sarı ne rengi, mide rengi... Çocuklarımızın hepsi obez oluyor.
Bütün bunlar da yetmez hastalanmamak için, nokta ve masaj tedavisi de gerekir. Eşimin Rusya'daki ders kitaplarıdır bunlar. İnsanlar elleriyle diğer bölgelerine dokunarak kendilerini tedavi edebilecek. Kısırlıktan başağrısına, sigara bırakmadan pek çok hastalığa noktalarla tedavi etmek mümkün.
Refleksoloji bilimi bunun için var, Prolaktif Masaj bunun için var. Bunları dört beş sene önce konuşan hiç kimse yoktu. Uzmanlar yeni yeni bu konularda çalışmalar yapmaya başladılar. Masaj dedik, bizim masajlarımızın da çakması çıktı. Türkiye'ye yeni bir gündem getirdik. En önemli tedavi metodumuz, termal sular. Ülkemiz dünyanın en önemli termal merkezlerinden. İnşallah Afyon Gazlı Göl bölgesinde, kozmik yaşam sağlık merkezini kuracağız. İnsanlar bir hafta içinde bütün sıkıntılarından arınarak gidecekler.
Termal kültürü yok ediliyor
Denizli'de termal bölgesinde, Bursa termal bölgesinde, Samsun Kozaklı termal bölgesinde bu sağlık hizmetini insanlarımızın hizmetine sunmazsak, insanlarımızın hastane kapılarındaki çilesi bitmeyecektir. Eskiden ilaçlar yoktu, kaplıcalar vardı. Kaplıca kültürü yok ediliyor ülkemizde. Bu kültür, modernize edilmiş şekilde, hijyenik olarak Türk ve Anadolu insanının hizmetine muhakkak sunulmalıdır.
Biz bu kültürü yaşatmaya çalışıyoruz. Arınma kamplarımızı termal tesislerde gerçekleştiriyoruz. Küresel ısınma sebebiyle Akdeniz'de biten turizm potansiyelini artık yayla turizmine, termal turizme doğa turizmine kaydırmalıyız. Son olarak en önemli terapimiz, inanç terapimizdir. Biz Yaratıcı'nın emirlerine ters işler yaptığımızda hastalanırız. Hastalık, Allah (c.c)'ünü hatırladığımız en önemli sebep. Hastalık, Yaratıcı'nın bize şefkat tokatı. Sağlıklı günlerimizi anlamamızın bir değeri, ölçüsü. Dolayısıyla hastalıklardan korkmayacağız, ondaki mesajı anlamaya çalışacağız. Güzel insan olacağız, güzel göreceğiz, güzel düşüneceğiz, güzel yaşamaya çalışacağız.
İnşallah, hekimlerimizin kontrolünde sağlıklı yaşam merkezleri açarak, burada anlattığımız konularla ilgili ürünlerimizi sunacağız. Bir müjde daha vermek istiyorum: Türkiye'de bütün dünyada olduğu gibi kozmik centerler açacağız. Bu centerler da sağlıklı bitkilerimiz, droglarımız olacak. Keçi peynirimiz, lorlarımız, ahlatlarımız, meyve sularımız olacak. Bu dükkanları özellikle AVM'lerde Türk halkına hediye edeceğiz. Bir rahatsızlığınız mı var, hemen formüllere göre bitki sularınız hazırlanacak ve kendinizi zinde hissedeceksiniz. Bütün bunun modelini de bir ay içinde franchaising Cozmic Center olarak ortaya koyacağız. Bunlar bir ekonomik patlamaya sebep olacak.
Şu ana kadar 50'ye yakın kuruluş bize müracaat etti. Bir sonraki hedefimiz de termal merkezlerde arınma kamplarımızı kurmak. Sağlıklı yaşam için formüllerimizi ortaya koyuyoruz. Ürünlerimizle, bitkilerimizle, kitaplarımızla çok önemli bir yaşam tarzı ortaya koyuyoruz. İnsanlar bize www.maranki.com adresinden ulaşabilirler.
Hak Yolun Esasları - İmam Gazali
TÜRKÇE | PDF | 137 SAYFA | 1,50 MB | ZIP
Kitap Hakkında
Müellifin Önsözü
Giriş
Hakk'ın Dışındaki Her Şey Perdedir
Bâyezîd-i Bistâmî'nin Gayret ve Ameli
Aşılması Gereken Altı Engel
1. Bölüm: Dinin Temel Rükünleri
2. Bölüm: Edep
3. Bölüm: Sülük ve Tasavvuf
4. Bölüm: Cenâb-ı Hakk'a Ulaşmanın Manası
5. Bölüm: Tevhid ve Marifetle İlgili Konular
6. Bölüm: Nefs, Ruh, Kalp, Akıl
7. Bölüm: İlahi Muhabbetin Manası
8. Bölüm: Allah'u Teala İle Üns/Özel Muhabbet
9. Bölüm: Haya-Murakabe-İhsan
10. Bölüm: Kurb (Allah'a Yakınlık)
11. Bölüm: İlimin Şerefi
12. Bölüm: Esma-i Hüsna'nın Manası
13. Bölüm: Doğru Ve Geçerli İman
14. Bölüm: Allah'u Teala'nın Sıfatları
15. Bölüm: İhlas ve Riya
16. Bölüm: Peygamberlerin Bütün Günahlardan Korunması
17. Bölüm: Kalbe Gelen Düşünce Çeşitleri
18. Bölüm: Dilin Afetleri
19. Bölüm: Mideyi Haramdan Korumak
20. Bölüm: Şeytanın Hile ve Tuzakları
21. Bölüm: Yüce Allah'a Karşı Görevlerimiz
22. Bölüm: Güzel ve Kötü Ahlâk
23. Bölüm: Tefekkür ve Meyveleri
24. Bölüm: Tövbe
25. Bölüm: Sabır ve Meyveleri
26. Bölüm: Havf (İlahi Korku) ve Ona Bağlı Haller
27. Bölüm: Reca (Ümit) ve Ona Bağlı Haller
28. Bölüm: Fakrve Ona Bağlı Haller
29. Bölüm: Zühd ve Ona Bağlı Haller
30. Bölüm: Muhasebe ve Ona Bağlı Haller
31. Bölüm: Şükür ve Ona Bağlı Haller
32. Bölüm: Tevekkül ve Ona Bağlı Haller
33. Bölüm: Niyet ve Ona Bağlı Haller
34. Bölüm: Sıdk ve Ona Bağlı Haller
35. Bölüm: Rıza Makamı
36. Bölüm: Gıybetten Sakındırma
37. Bölüm: Fütüvvet Ahlâkı
38. Bölüm: Güzel Ahlâklar
39. Bölüm: Kanaat
40. Bölüm: İnsanlardan Bir şey İstemenin Hükmü
41. Bölüm: Halka Şefkatle Muamele
42. Bölüm: Günahların Âfetleri
43. Bölüm: Kurbiyet Ehli/Allah'a Yaklaşmış Ariflerin Namazı
DOWNLOAD LINKS:
RAPID-SHARE DOWNLOAD
MEGA-UPLOAD DOWNLOAD
Hadisler Işığında Diyet Önerileri
Kilolu olmanın temelinde de sağlıksız beslenme, ölçüsüz yeme alışkanlıkları yatıyor.
Çeşit çeşit diyetler, zayıflama ilaçları, sağlıklı beslenme adına katlanılan sıkıntılar...
Kilosuna dikkat etmeyenler, çözümü diyetisyen önerilerinde, bitki kürlerinde, dost tavsiyelerinde arıyor. Peki, gerçekten çözüm nerede?
Özellikle Avrupa ve Amerika'da yaşayan insanlarda görülen obezite, kapitalizmin etkisi ile tüm dünyaya yayıldı. Her gün ve her saat televizyonlarda gördüğümüz reklâmlarla tetiklenen yeme arzusu, bilinçsiz beslenmeyi yaygınlaştırdı. Gece yarısı olduğu düşünülmeden maddi kaygılarla yayınlanan reklâmlar, yemek saati alışkanlıklarını ortadan kaldırdı.
Bunun yanında, açılan yüzlerce restoranın, obezitenin yaygınlaşmasında etkisi olduğu çok açık. Tabiî ki reklâmları ve restoranları tek suçlu ilan edemeyiz.
Televizyonda ızgara üzerinde pişirilen bir sucuk gördüğümüzde, saatin kaç olduğunu önemsemeden mutfağa koşan da biziz, sokakta yürürken kokusuna dayanamayıp, önümüze geleni alan da...
İrademize hâkim olamadık ve sınır tanımaz bir şekilde yedik! Bu da kaçınılmaz sonu beraberinde getirdi. Hâlbuki Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (sav) sünnetlerine biraz olsun riayet edersek, kilo ve kilonun sebep olduğu sağlık problemleriyle uğraşmak zorunda kalmayız.
Peygamber Efendimiz birçok hadisi-i şerifte günde iki öğün ve az yemenin, doymadan sofradan kalkmanın, lokmaları ağza göre almanın ve iyice çiğnedikten sonra yutmanın önemine değiniyor.
Günümüzde bu sünnetlere az riayet edildiğinden olsa gerek herkes soluğu ya diyetisyenlerde ya da çeşitli sağlık problemleri yüzünden doktorlarda alıyor.
Efendimiz döneminde doktora ihtiyaç duyan çok az kişi varmış. 'Tıbbi Nebevi'de bununla ilgili olay şöyle nakledilir: Asr-ı Saâdette, hükümdarlardan biri Peygamber Efendimize hizmet için bir doktor göndermiş.
Bu doktor, Efendimizin yanında uzun süre kalmış ve hastaları tedavi etmek için beklemiş. Fakat tedaviye çok az kişinin ihtiyacı olduğunu görünce geri dönmek için izin istemiş.
Peygamber Efendimiz de az hastalanmanın sebebinin, 'ashabın iyice acıkmadıkça yemek yememesi ve yemekten tam doymadan kalkması' olduğunu söylemiş.
Şimdi bırakın az yemeyi günde 7-8 öğün yemek yediğimiz bile oluyor. Fakat bilimsel araştırmalar günde en fazla 3 öğün yenilmesini tavsiye ediyor.
Diyetisyen Serkan Tutar, fazla sıklıkta yemek yemenin kilo alımına neden olacağını söylüyor. Yenilen her besinle kan şekerinin yükseldiğini ve insülin salgılandığını belirtiyor.
İnsülinin sürekli salgılanması da besinlerin yağ olarak depolanmasına yol açıyor. Tutar, "Vücuttaki yağ kitlesinin artması obezite ile sonuçlanır. Bireyin obez kalması da kalp ve şeker hastası olma riskini artırır." diyor.
Yemekleri iyice çiğnemek kilo almayı engelliyor
"Lokmaları ağzınıza göre alınız ve iyice çiğnedikten sonra yutunuz." hadisi bugünler için söylenmiş gibi. Koşuşturma ile geçen hayatımızda her şey için o kadar acele etmemiz gerekiyor ki; buna yemek yemek de dâhil.
Acele ile fazla çiğnemeden yuttuğunuz yiyecekler kilo almanıza neden olabiliyor. Serkan Tutar, "Besinler ağızda ne kadar iyi çiğnenirse midedeki sindirim o kadar kolaylaşır.
Çiğneme tam sağlanmadığında hazımsızlık, şişkinlik, gaz sancıları ve kabızlık meydana gelir. Sürekli az çiğneme ise ileriki safhalarda mide rahatsızlıklarına neden olabilir.
Ayrıca çiğneme ile besinin içerisindeki vücudumuza yararlı öğelerini emilimi daha fazla gerçekleşir. Bunun yanında iyi çiğnemek çabuk doymayı sağlar." diyor. Dolayısıyla besinleri iyi çiğneyerek kilo almayı da engelleyebilirsiniz.
Yemek arasında su içmek tokluk hissi veriyor
Peygamber Efendimiz "İnsana belini doğrultacak birkaç lokma yeter. Bunu yapamıyorsa; karnının üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de teneffüs etmeye ayırsın." buyurmuştur.
Buna rağmen yemek arasında ya da sonrasında su içmek kilo aldırır gibi yanlış kanılar vardır. Fakat bilimsel araştırmalar yemek arasında su içmenin kilo aldırmayacağını; aksine doygunluk hissi vererek az yemeyi sağladığını ortaya koymuştur.
Sıcak yemek mide kanserine neden oluyor
Tüm bunların yanında Peygamber Efendimiz'in yemeklerin nasıl yenmesi gerektiği ile ilgili sözleri, sağlığımız açısından da ne kadar önemli olduğunu bize gösterir.
"Yemekleri çok sıcak ve çok soğuk yemeyiniz." hadisinin mide sağlığı açısından önemini belki hiç düşünmemişizdir. Serkan Tutar, yemeklerin ılık yenilmesinin mide sağlığı açısından en doğru tercih olduğunu belirtiyor.
Tutar, "Yemeklerin çok sıcak olması mide kanserine sebep olabiliyor. Özellikle Japonya'da besinler çok sıcak tüketildiğinden mide kanseri oranı çok yüksektir." diyor.
Oturarak su içmek hastalıklardan koruyor
Ayakta su içmenin yanlışlığı da birçok hadiste karşımıza çıkar ve oturarak içilmesi tavsiye edilir. Bunun sağlık açısından önemi ise şöyle:
Herhangi bir sıvıyı ayakta içtiğimizde doğrudan onikiparmak bağırsağına, oturarak içtiğimizde ise önce mideye daha sonra onikiparmak bağırsağına gider.
Sıvıların önce mideye gitmesi daha sağlıklı; çünkü mide asidi sayesinde sıvının içinde bulunan mikroplar ölüyor. Böylelikle birçok hastalıktan korunmuş oluyoruz.
Suyun üç yudumda içilmesi ile ilgili hadisin hikmeti de; suyun yavaş içildiğinde vücudun ihtiyaç duyduğu yer tarafından emilmesinden kaynaklanıyor. Hızlı içildiğinde ise vücutta gereken vazifesini yapamıyor.
İlahiyatçı Dr. Reşit Haylamaz: '26 kilo verdim'
İlahiyatçı Reşit Haylamaz da konunun önemini şu şekilde açıklıyor: "Ben çok uzun zaman diyet yaptım. 8 yıl diyetisyene gittim ve 26 kilo verdim.
Bunu tecrübe eden biri olarak o süreç zarfında gördüm ki işin temelinde Peygamber Efendimizin bir hadisi var. O, Ademoğlu'na midesinin yalnız üçte birini yemek ile doldurmasını söylüyor.
Aslında sünnete uyunca insan zaten diyet yapmış oluyor. Demek ki biz sünnete uygun yaşamadığımızdan kilo almış oluyoruz. Hadisleri hayatımıza geçirebilsek kilo problemimiz kalmayacak."
Çeşit çeşit diyetler, zayıflama ilaçları, sağlıklı beslenme adına katlanılan sıkıntılar...
Kilosuna dikkat etmeyenler, çözümü diyetisyen önerilerinde, bitki kürlerinde, dost tavsiyelerinde arıyor. Peki, gerçekten çözüm nerede?
Özellikle Avrupa ve Amerika'da yaşayan insanlarda görülen obezite, kapitalizmin etkisi ile tüm dünyaya yayıldı. Her gün ve her saat televizyonlarda gördüğümüz reklâmlarla tetiklenen yeme arzusu, bilinçsiz beslenmeyi yaygınlaştırdı. Gece yarısı olduğu düşünülmeden maddi kaygılarla yayınlanan reklâmlar, yemek saati alışkanlıklarını ortadan kaldırdı.
Bunun yanında, açılan yüzlerce restoranın, obezitenin yaygınlaşmasında etkisi olduğu çok açık. Tabiî ki reklâmları ve restoranları tek suçlu ilan edemeyiz.
Televizyonda ızgara üzerinde pişirilen bir sucuk gördüğümüzde, saatin kaç olduğunu önemsemeden mutfağa koşan da biziz, sokakta yürürken kokusuna dayanamayıp, önümüze geleni alan da...
İrademize hâkim olamadık ve sınır tanımaz bir şekilde yedik! Bu da kaçınılmaz sonu beraberinde getirdi. Hâlbuki Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (sav) sünnetlerine biraz olsun riayet edersek, kilo ve kilonun sebep olduğu sağlık problemleriyle uğraşmak zorunda kalmayız.
Peygamber Efendimiz birçok hadisi-i şerifte günde iki öğün ve az yemenin, doymadan sofradan kalkmanın, lokmaları ağza göre almanın ve iyice çiğnedikten sonra yutmanın önemine değiniyor.
Günümüzde bu sünnetlere az riayet edildiğinden olsa gerek herkes soluğu ya diyetisyenlerde ya da çeşitli sağlık problemleri yüzünden doktorlarda alıyor.
Efendimiz döneminde doktora ihtiyaç duyan çok az kişi varmış. 'Tıbbi Nebevi'de bununla ilgili olay şöyle nakledilir: Asr-ı Saâdette, hükümdarlardan biri Peygamber Efendimize hizmet için bir doktor göndermiş.
Bu doktor, Efendimizin yanında uzun süre kalmış ve hastaları tedavi etmek için beklemiş. Fakat tedaviye çok az kişinin ihtiyacı olduğunu görünce geri dönmek için izin istemiş.
Peygamber Efendimiz de az hastalanmanın sebebinin, 'ashabın iyice acıkmadıkça yemek yememesi ve yemekten tam doymadan kalkması' olduğunu söylemiş.
Şimdi bırakın az yemeyi günde 7-8 öğün yemek yediğimiz bile oluyor. Fakat bilimsel araştırmalar günde en fazla 3 öğün yenilmesini tavsiye ediyor.
Diyetisyen Serkan Tutar, fazla sıklıkta yemek yemenin kilo alımına neden olacağını söylüyor. Yenilen her besinle kan şekerinin yükseldiğini ve insülin salgılandığını belirtiyor.
İnsülinin sürekli salgılanması da besinlerin yağ olarak depolanmasına yol açıyor. Tutar, "Vücuttaki yağ kitlesinin artması obezite ile sonuçlanır. Bireyin obez kalması da kalp ve şeker hastası olma riskini artırır." diyor.
Yemekleri iyice çiğnemek kilo almayı engelliyor
"Lokmaları ağzınıza göre alınız ve iyice çiğnedikten sonra yutunuz." hadisi bugünler için söylenmiş gibi. Koşuşturma ile geçen hayatımızda her şey için o kadar acele etmemiz gerekiyor ki; buna yemek yemek de dâhil.
Acele ile fazla çiğnemeden yuttuğunuz yiyecekler kilo almanıza neden olabiliyor. Serkan Tutar, "Besinler ağızda ne kadar iyi çiğnenirse midedeki sindirim o kadar kolaylaşır.
Çiğneme tam sağlanmadığında hazımsızlık, şişkinlik, gaz sancıları ve kabızlık meydana gelir. Sürekli az çiğneme ise ileriki safhalarda mide rahatsızlıklarına neden olabilir.
Ayrıca çiğneme ile besinin içerisindeki vücudumuza yararlı öğelerini emilimi daha fazla gerçekleşir. Bunun yanında iyi çiğnemek çabuk doymayı sağlar." diyor. Dolayısıyla besinleri iyi çiğneyerek kilo almayı da engelleyebilirsiniz.
Yemek arasında su içmek tokluk hissi veriyor
Peygamber Efendimiz "İnsana belini doğrultacak birkaç lokma yeter. Bunu yapamıyorsa; karnının üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de teneffüs etmeye ayırsın." buyurmuştur.
Buna rağmen yemek arasında ya da sonrasında su içmek kilo aldırır gibi yanlış kanılar vardır. Fakat bilimsel araştırmalar yemek arasında su içmenin kilo aldırmayacağını; aksine doygunluk hissi vererek az yemeyi sağladığını ortaya koymuştur.
Sıcak yemek mide kanserine neden oluyor
Tüm bunların yanında Peygamber Efendimiz'in yemeklerin nasıl yenmesi gerektiği ile ilgili sözleri, sağlığımız açısından da ne kadar önemli olduğunu bize gösterir.
"Yemekleri çok sıcak ve çok soğuk yemeyiniz." hadisinin mide sağlığı açısından önemini belki hiç düşünmemişizdir. Serkan Tutar, yemeklerin ılık yenilmesinin mide sağlığı açısından en doğru tercih olduğunu belirtiyor.
Tutar, "Yemeklerin çok sıcak olması mide kanserine sebep olabiliyor. Özellikle Japonya'da besinler çok sıcak tüketildiğinden mide kanseri oranı çok yüksektir." diyor.
Oturarak su içmek hastalıklardan koruyor
Ayakta su içmenin yanlışlığı da birçok hadiste karşımıza çıkar ve oturarak içilmesi tavsiye edilir. Bunun sağlık açısından önemi ise şöyle:
Herhangi bir sıvıyı ayakta içtiğimizde doğrudan onikiparmak bağırsağına, oturarak içtiğimizde ise önce mideye daha sonra onikiparmak bağırsağına gider.
Sıvıların önce mideye gitmesi daha sağlıklı; çünkü mide asidi sayesinde sıvının içinde bulunan mikroplar ölüyor. Böylelikle birçok hastalıktan korunmuş oluyoruz.
Suyun üç yudumda içilmesi ile ilgili hadisin hikmeti de; suyun yavaş içildiğinde vücudun ihtiyaç duyduğu yer tarafından emilmesinden kaynaklanıyor. Hızlı içildiğinde ise vücutta gereken vazifesini yapamıyor.
İlahiyatçı Dr. Reşit Haylamaz: '26 kilo verdim'
İlahiyatçı Reşit Haylamaz da konunun önemini şu şekilde açıklıyor: "Ben çok uzun zaman diyet yaptım. 8 yıl diyetisyene gittim ve 26 kilo verdim.
Bunu tecrübe eden biri olarak o süreç zarfında gördüm ki işin temelinde Peygamber Efendimizin bir hadisi var. O, Ademoğlu'na midesinin yalnız üçte birini yemek ile doldurmasını söylüyor.
Aslında sünnete uyunca insan zaten diyet yapmış oluyor. Demek ki biz sünnete uygun yaşamadığımızdan kilo almış oluyoruz. Hadisleri hayatımıza geçirebilsek kilo problemimiz kalmayacak."
Zain Bhikha Collection
ENGLISH & ARABIC | MP3 | 128 KB/S | 46 SONGS | 149 MB | ZIP
A Is For Allah
Allah Hu Allah
Allah Is Enough For Me
Allah Is The Only One
Allah Knows
Begin With Bismillah
Deen Al Islam
Driven Past
Eidun Sa Eidun
Farewell
Flowers Are Red
Forgive Me When I Whine
Fortunate Is He
Freedom Will Come
Give Thanks To Allah
Glory Be To Allah
Have You Heard
Hush Littil Baby
I Am A Muslim
I Wont Weep For You
Lord Of All The Worlds
Mount Hira
Mountains Of Makkah
Orphan Child
Our Guide Is The Quran
Our World
Praise To The Prophet
Prayers On Ibrahim
Salaamun Salaam
Selawat
So Strong
Spread The Word
Tala Al Badru Alayna
The Heart Of A Muslim
The Journey
Time
Turn To Allah
We Are Your Servants
Wedding Song
Welcome O Ramadan
Where We Belong
Which Of Allahs Favours Can We Deny
Wonderful World
You Are Never Alone
You Are Very Special
Zamilooni
RAPID-SHARE DOWNLOAD
SEND-SPACE DOWNLOAD
Yusuf Islam Collection
ENGLISH & ARABIC | MP3 | 128 KB/S | 39 SONGS | 130 MB | ZIP
99 Names Of Allah
Afghanistan
Al Khaliq
All Kinds Of Roses
Be Mindful Of Allah
Be What You Must
Bismillah
Dont Let Me Be Misunderstood
Dustooruna Al Quran
Everytime I Dream
Father and Son
God Is The Light
Hes Gone
I Look I See
If You Ask Me
In Nilte
La Ilaha Illa Allah
Midday
Months In Islam
Mother Father Sister Brother
Muhammed Mustafa
O Allah Help Me
Praise Be To Allah
Rabbi Ya Rahman
Ramadan
Roadsinger
Salli Ala Muhammad
Save Me
Seal Of The Prophets
Sing Children Of The World
Tala Al Badru Alayna
Thank You Allah
The Beloved
Thinking Bout You
Welcome Home
Where True Love Goes
Whispers From A Spiritual Garden
Ya Nebi Selam Aleyke
Your Mother
RAPID-SHARE DOWNLOAD
SEND-SPACE DOWNLOAD
Portraits of Ottoman People
600X800 | JPEG | 250 FILES | 65,9 MB | ZIP
RAPID-SHARE DOWNLOAD
MEGA-UPLOAD DOWNLOAD
Hazreti Nuh ve Tufan
Barbaros Hayreddin Paşa
Denizciliğe Midilli sularında bir tüccar olarak başlayan Barbaros Hayreddin Paşa daha sonra Tunus Sultanı'nın himayesinde Kuzey Afrika'da atıldığı korsanlık hayatına büyük zaferler ve kahramanlıklarla devam etti. Sadece adı bile düşman gemilerini kaçırmaya yeten Barbaros Hayreddin Paşa 1518 yılında Cezayir Sultanı oldu. Fakir ve esir Cezayir ülkesi onunla kısa zamanda zenginlik, refah ve huzur ülkesi haline geldi. Kendisi bir ülkenin Sultân'ı olmasına rağmen şan, şöhret ve saltanat peşinde koşmadığından Osmanlı Halifesi Yavuz Sultan Selim’e biat ederek ülkesi Cezayir’i Osmanlı Devleti’ne bağladı. Ardından Yavuz Sultan Selim tarafından Cezayir Beylerbeyliği’ne getirildi. Denizlerde Ceneviz, Fransız, İspanyol, Venedik ve diğer Avrupalı gemi ve donanmalarına karşı gösterdiği büyük kahramanlık ve başarıların sonucunda da 1534 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından Osmanlı Devleti'nin Kaptân-ı Derya'lığına atandı. Komutanlığı süresi içinde "Dünya tarihinin en büyük deniz savaşı" olan Preveze Deniz Savaşı'nda aleyhine birleşen Avrupa donanmalarını büyük bir hezimete uğratarak zaferlerinin doruğuna ulaştı ve adını silinmeyecek bir şekilde dünya tarihine altın harflerle kazıdı...
Osmanlı Devleti’nin şanlı Kaptân-ı Derya’sı (Deniz Kuvvetleri Komutanı) Barbaros Hayreddin Paşa 1476 yılında Midilli Adası’nda doğmuştur. Asıl adı "Hızır" olup kendisinden korkan Avrupalılar tarafından "Kızıl Sakallı" manasına gelen "Barbarossa" (Okunuşu Barbaroşa) ismiyle anılmış ve din ve devlet yolunda yaptığı büyük işlerden dolayı da Kanuni Sultan Süleyman tarafından "Dinde hayırlı olan" manasına gelen "Hayreddin" ismi verilmiştir.
Babası, Midilli’nin Osmanlılarca 1462'deki fethinden sonra, kale muhafızı olarak buraya gelmiş bulunan Nurullah Yakub Ağa, annesi ise Katerina adında, sonradan müslüman olan Midilli'li bir kadındı. Midilli’nin fethinden sonra gösterdiği yararlılık sebebiyle kendisine tımar olarak verilen Midilli'nin Bonova Köyü'ne yerleşen Nurullah Yakup Ağa bu köyde yetiştirdiği çocukları İshak, Oruç, Hızır ve İlyas'ın tahsillerine büyük önem verdi. Dört kardeş, dinî ilimler tahsilinin yanı sıra Arapça, Yunanca, İtalyanca, İspanyolca ve Fransızca da öğrenerek yetiştiler. Bu dört cengaver kardeşten üçü, İshak, Oruç ve İlyas Reis şehit olarak vefat etmişlerdir.
Hızır Reis (Barbaros), Midilli'den Selanik, Serez ve Eğriboz'a giderek, ticaret yapmaya başlarken daha kazançlı olan Suriye ve İskenderiye gibi uzak yerleri seçen ağabeyi Oruç Reis ise, yanında küçük kardeşi İlyas ile birlikte Trablusşam'a gitmek için yola çıktı. Yolda "serseri yatağı bir haydut teşkilatı" olan Rodos (Saint-Jean) Şövalyeleri’nin gemilerine rastlayarak şiddetli bir savaşa tutuşan iki kardeşten İlyas şehit olurken, Oruç Reis de esir edilerek Rodos Adası'na götürüldü. Bu haberi öğrenen Hızır Reis ağabeyini kurtarmak için Krigo adlı bir tüccarla 18.000 akçeyi fidye olarak gönderdiyse de Krigo'nun ihaneti sebebiyle bu girişim sonuçsuz kaldı. Zindandan çıkartılarak Rodos Şövalyeleri'ne ait bir gemide kürekçi yapılan Oruç Reis, fırtınalı bir zamanda kaçmayı başararak Antalya kıyılarına çıktı ve bir Türk köyüne sığınıp, orada 10 gün kaldı. Daha sonra şöhretini duyup kendisini çağıran Mısır Sultanı Kansu Gavri'nin Hind tarafına göndereceği 16 gemilik bir donanmaya Serasker olma teklifini kabul ederek donanmayı alıp İskenderun Körfezi'ne geldi. Oruç Reis'in donanmayla İskenderun'a geldiğini duyan Rodos Şövalyeleri âni bir baskın yapınca Oruç Reis gemileri karaya oturtarak ellerinden kurtuldu. Ardından Antalya’da 18 oturaklı bir tekne yaptırıp Rodos sahillerini basarak korsanlığa başladı. Derhal Divân'ı toplayan Şövalyeler Kralı'nın emriyle hazırlanan 5-6 Rodos gemisi Oruç Reis'i bir limanda bastırdıysa da yine yakalayamadı. Oruç Reis Antalya'ya dönerek o sırada Antalya Sancakbeyliği'nden Manisa'ya tayini çıkan Yavuz Sultan Selim’in kardeşi Şehzade Korkut'un himayesine girdi. Şehzade'nin kendisine hediye ettiği 2 gemiyi almak için İzmir'e giderek leventlerini topladı ve ardından Midilli'ye gitmek üzere denize açıldı. Yol boyunca toplam 5 Venedik gemisini içindeki 24.000 altın ve bol miktarda ganimetle ele geçirerek memleketi olan Midilli'ye ulaştı. Limanda kendisini karşılayan Hızır ve İshak Reis'le buluşarak hasret giderdi. Bir müddet sonra Mısır'a giden Oruç Reis -daha önce Rodos Şövalyeleri'nin yaptığı baskında 16 gemiyi karaya oturttuktan sonra Mısır'a geri dönmediği için- kırgın olan Mısır Sultanı'nın yanına giderek af diledi ve yolda ele geçirdiği 7 düşman gemisini kendisine hediye etti. Oruç Reis'in inceliğine çok sevinen Sultan kendisini ve leventlerini en iyi şekilde ağırladı. Bahar gelince yeniden denizlere açılarak Kıbrıs sularına gelen Oruç Reis burada 5 Venedik gemisi daha ele geçirip ganimet mallarını satmak üzere Cerbe Adası'na gitti. Bu sırada Hızır Reis de Midilli'den ayrılarak ticaret için önce Trablusşam'a ardından da Preveze’ye gitti. Daha sonra Ayamavri Adası Limanı'nda gördüğü ve "Aşık oldum" dediği bir gemiyi satın aldı ve Cerbe Adası'na giderek Oruç Reis'le buluştu. Kendilerine emin bir sığınak arayan iki kardeş 1512 yılında Tunus'a giderek Sultan Ebu Abdullah Muhammed'den gemilerini barındırmak için bir liman istediler. Hak yolunda savaşacaklarını, aldıkları ganimetleri Tunus pazarında satacaklarını ve Sultan’a ganimetlerinden beşte bir pay vereceklerini bildirerek bir anlaşma yaptılar. Sultan'la yaptıkları bu anlaşma sonucunda da, Halku'l Va'd Limanı'na (La Goulette) yerleştiler. İşte daha sonra bütün Avrupa'ya "Barbaros Kardeşler" olarak nam salacak Hızır ve Oruç Reis’in tarihe geçen ve Akdeniz'i adeta bir Osmanlı gölüne çeviren seferleri böylece başlamış oldu.
Kışı Halku'l Va'd Limanı'nda geçiren iki kardeş bahar gelince 5 gemiyle denizlere yelken açıp Sardunya Adası açıklarında içinde bal, zeytin, peynir, buğday ve demir bulunan toplam 4 düşman gemisini içindeki 150 esirle ele geçirdikten sonra Tunus'a döndüler. Ertesi bahar Anapoli Limanı açıklarında içinde 525 İspanyol'un bulunduğu sultat yüklü Cavalleria adlı savaş gemisiyle giriştikleri ve 150 levendin şehid olduğu şiddetli savaşta Aragon'dan 60 İspanyol Şövalye'yle 380 İspanyol Askeri öldürüp kalanını da esir ettiler. Oruç Reis'in de ağır yaralandığı bu savaştan sonra 1 gemi daha ele geçirerek Tunus'a döndüler. Sicilya'nın Passero Burnu ile güney İtalya'da Reggio Calabria civarındaki bölgelere baskın yaparak faaliyetlerini arttıran Barbaros Kardeşler'in hemen yok edilmezse ileride başlarına büyük işler açacağını anlayan İspanyollar iki kardeşi yok etmek için üzerlerine 10 adet donatılmış gemi gönderdi. Leventler bir manevrayla bu gemilerden 4'ünü ele geçirdiler. Kaçan diğer 6 gemi ise İspanyol işgalindeki Becaye Kalesi altına girerek yattı. Barbaros'un karşı çıkmasına rağmen Oruç Reis onları da ele geçirmek istedi. Kaleden yağmur gibi top ve tüfek misketleri yağdı. Oruç Reis'in sol koluna misket isabet edip ağır yara alınca 60'dan fazla şehit verdikleri savaşta 300 İspanyol'u öldürülüp 150'sini de esir alarak geri çekildiler. Tunus'a dönen Barbaros bütün cerrahları çağırtıp Oruç Reis'in kolunu kurtarana ağırlığınca altın vermeyi vaad etti ise de çok kötü durumdaki sol kol kesilmek zorunda kalındı.
Oruç Reis iyileşip, bahar gelince İspanyollar'ın korkunç işkencelerle öldürdükleri Endülüslüler'i kurtarmak için yeniden denize açılan Barbaros kıyılardan topladığı binlerce insanı gemilerle Tunus ve Cezayir'e taşıdı. Endülüs’ün El-Meriye Limanı'nda Hindistan'dan mal getiren 1 Flandr gemisini ele geçirdikten sonra Minorka Adası'na demir attı. Ada içlerine giren levendler pınar başında kuzu çevirip, içki içmekte olan yaklaşık 80 İspanyol askerini kılıçtan geçirip 120'sini de esir ederek bir kaleyi ele geçirdiler. Ele geçirilen yüzlerce koyunla levendlerine adada ziyafet çektirerek 3 gün konaklatan Barbaros, Minorka'dan ayrılarak 4 Ceneviz gemisi daha ele geçirdi. Ardından bu gemileri kurtarmak için Cenova tarafından gönderilen bir filonun Amiral gemisini de ele geçirerek Halku'l Va'd Limanı'na girdiler. Bu sırada adları başta İspanya, İtalya ve Fransa olmak üzere bütün Avrupa'da destanlaşmış olan Barbaros Kardeşler kışı geçirmek üzere memleketleri olan Midilli'ye gidip dost ve akrabalarıyla hasret gidererek, ada halkını çeşitli hediyelerle sevindirdiler. Burada 3 yeni gemi daha yaptırıp Anadolu'dan levend yazılmak için akın akın gelen genç yiğitlerden seçim yaparak yeniden denizlere açıldılar. İçleri buğday, zeytinyağı, fildişi ve çok sayıda ganimetle dolu 15 düşman gemisini 1.000'den fazla esirle birlikte ele geçirip Tunus'a döndüler. Kışı burada geçirip baharda 12 gemiyle denize açılarak gittikleri Sicilya'da bir kaleyi basıp 300 esir aldılar. Ardından içi şeker, çuha, kurşun, barut, gülle ve seren direğiyle dolu toplam 5 düşman gemisini ele geçirdiler. En büyük teknelerde bile kullanılabilecek derecede kaliteli ve uzun olan seren direklerini seçilmiş 200 esirle birlikte Yavuz Sultan Selim'e hediye olarak gönderdiler. 6 gemiyle İstanbul'a giden Piri Reis hediyeleri Sultan'a sundu. Sultan da Piri Reis ve leventlerine çok değerli hediyeler vererek, Barbaros ve Oruç Reis'e iletilmek üzere altın yaldızlı 2 gemi, elmas kabzalı 2 kılıç ile hil’atlar ve sorguçlar hediye etti. Padişah'ın gönderdiği harikulade gemileri gören Barbaros ve Oruç Reis çok sevindiler. Büyük bir merasim düzenlendi ve bütün Tunus erkanının önünde Piri Reis tarafından Barbaros'a kılıç kuşatılıp, hil’at giydirildi.
Ertesi gün Padişah hediyesi olan altın yaldızlı gemilerine binip İspanyol işgalindeki Becaye Kalesi'ne 2033 levendle çıkarma yaptılar. (1513) Kalelerden küçük olanı teslim olmayınca lağımla havaya uçurularak ele geçirildi. Bir kısmı ölen İspanyollardan 375'i de esir edildi. Arapların da desteği ile 3 gün sonra Büyük Becaye Kalesi'ni 29 gün boyunca döven levendler barutları bitince Tunus Beyi'ne gidip barut istedilerse de Barbaros'un başarılarını kıskanmaya başlayan Bey "Beter olsunlar" deyip barut vermedi. Fakat bu sırada Becaye Kalesi'ne yardım için gelmekte olan silah ve mühimmat yüklü 10 gemilik bir İspanyol savaş filosuna saldıran levendler Filo Kumandanı Mayorka Genel Valisi Miguel de Gurrea da dahil 319'unu öldürdükleri İspanyollar'ın 781'ini de esir edip bütün gemileri mühimmatıyla birlikte ele geçirdiler. Çok zekice bir savaş hilesine başvuran Barbaros bu 10 gemiye Katalan Bayrakları'nı çektirerek 500 levendle Becaye Kalesi'ne yöneldi. Mayorka'dan gelecek bu gemileri beklemekte olan İspanyollar ufukta gemileri görünce yardım geldiğini sanıp sevinç çığlıkları içinde şapkalarını havaya fırlattılar. Kale kapılarını açtıklarında Barbaros'un emriyle hep birden sahile hücum eden levendler "Allah Allah" sesleriyle kaleyi fethettiler. Neye uğradığını şaşıran İspanyollar'dan sağ kalanlar "Mayna Sinyor" diye bağrışarak teslim oldular. Çok stratejik bir kale olan Becaye'nin fethi İspanya'da deprem etkisi yaptı. Elinde fazla esir tutmak istemeyen Barbaros bir süre sonra bütün esirleri İspanyollar'a geri sattı.
Becaye'nin fethinden sonra Türkler'in gücünü gören Araplar ülkenin her yerinden heyetlerle gelmeye başladılar. İspanyol işgalinde büyük acı çeken Cezayir şehri halkının da yardım istemesi üzerine bu şehre 500 leventle yürüyen Oruç Reis şehrin büyük kısmını ele geçirdi. (1516) Cezayir'in ele geçirilmesinden sonra Oruç Reis, Cezayir Sultanı ilan edildi. Cezayir'de yönetimi düzenlemek için kardeşiyle iş bölümü yapan Barbaros Cezayir'in doğu kısmının, Oruç Reis ise batı kısmının idaresini üstüne aldı ve bütün ülkede nüfus ve arazi sayımı yapıldı. Cezayir'i ele geçirerek hızla güç kazanan Barbaros Kardeşler'in gün geçtikçe büyüyen bir tehdit oluşturması sebebiyle telaşa kapılan İspanya bir süre sonra Cezayir Limanı'na 40 gemilik büyük bir çıkarma yaptı. Gece olunca şehir kalesinden gizlice çıkan Oruç Reis 2.000 levendle birlikte İspanyollar'a arkadan bir gece baskını düzenledi. Zifiri karanlık, korkunç bir fırtına ve yağan şiddetli dolu altındaki İspanyollar neye uğradıklarını şaşırıp gemilerdeki askerlerini de indirince birbirlerini öldürmeye başladılar. Bir süre sonra Cezayir Kalesi'nden -Arap, Berberi ve Endülüslülerin de bulunduğu- 2.000 asker daha levendlere yardıma geldi. Sabaha kadar süren çatışmalar sonunda 25.000 İspanyol askeri öldü. Sadece 300 şehidin verildiği bu büyük savaşta İspanyollar'dan 2.700 asker de esir edildi. Oruç Reis'e yardım için Cicel'den hareket eden Barbaros zaferin müjdesini alınca Akdeniz'e açılarak içinde barut, kurşun, kereste, katran, yağ, pirinç ve buğday bulunan 16 düşman gemisini ele geçirip Cezayir Limanı'na girdi.
Barbaros ve Oruç Reis, sadece Avrupa devletleriyle değil kendilerinin Cezayir'e yerleşmesinden rahatsız olan Cezayir, Tunus ve Faslı hükümdar ve hükümdarcıklarla da uğraşmak zorundaydılar. Bu sebeple bahar gelince Barbaros önderliğinde, İspanyol himayesindeki kötü bir emir tarafından yönetilen Tenes Şehri'ne çıkarma yaptılar. Barbaros'un gemileriyle geldiğini gören Emir, yaklaşık 10.000 İspanyol askeriyle birlikte şehri boşaltıp kaçtı. 500 levendi limanda bırakıp 1.500 levendle kale önlerine gelen TENESBarbaros şiddetli bir savaş beklerken birkaç yüz Tenesli'nin "Hoşgeldiniz" sözleriyle karşılandı. Durumu öğrenir öğrenmez 2.000 askerini kaçan İspanyollar'ın üzerine gönderdi. 2. gün yetişen levendler tüfek ateşinden sonra kılıç ve palalarla giriştikleri İspanyollar'ı -esir aldıkları 350'si ve kaçanlar hariç- baştan sona kırıp geçirdiler. 75 levendin şehit olduğu savaş sonunda en kıdemsiz levende bile 500 altınlık ganimet düştü. Fakat; Barbaros şehrin yönetimi için bir Subaşı tayin edip Cezayir'e döndükten sonra kaçan Tenes Beyi'nin Arap ve İspanyol askerleriyle birlikte tekrar Tenes’i ele geçirdiği haberi ulaştı. Bu duruma çok öfkelen Oruç Reis Cezayir Uleması'nın Tenes Beyi hakkında verdiği "Katli vacip, canı ve malı helaldir" fetvasını yazılı olarak aldıktan sonra Tenes'e gitti. Korkan şehir halkı Tenes Beyi'ni Oruç Reis'e teslim etti. İspanyollarla işbirliği içindeki Bey'in boynunu vurduran Oruç Reis şehir halkından da bağlılık yemini alarak geri döndü. 1517'de Capo Limiti ve Calabria'daki Capo Rizzuto Adası'na baskın yapan leventler İspanyollar'a gözdağı vermeye devam ettiler.
Cezayir ülkesi'nin en büyük ikinci şehri olan ve sürekli baş ağırtan Tlemsen de İspanyol himayesinde, kötü bir Sultan'ın yönetimindeydi. Fakat huzursuzluğu artan Tlemsen halkı ayaklanarak Sultan'ı kaçırdılar ve Oruç Reis'e bağlılıklarını ilan ettiler. Tlemsenliler'in bu davranışı -böylesi büyük bir şehri savaşsız ele geçiren- Oruç Reis'i çok sevindirirken İspanyollar'ı ise telaşlandırdı. Tlemsen'i, buraya yakın binlerce askerin konuşlandığı çok güçlü bir kale olan Vahran Kalesi'nden yöneten İspanya'nın Afrika'daki en büyük komutanı da bu kalede bulunmaktaydı. Vahran Komutanı kaçan Tlemsen Sultanı'na 20.000 altın göndererek ordu toplayıp şehri geri almasını istedi. Tlemsen önlerinde 2.000 levendin 10.000 İspanyol ve Arap'a karşı yaptıkları ve üç buçuk saat süren savaşta 400 esir dışında düşmanın tamamı kılıçtan geçirilerek öldürüldü. (31 Ocak 1518) Aralarında İshak Reis'in de bulunduğu yaklaşık 1.000 şehit veren levendler kışı geçirmek üzere Kal'atü'l Kılâ'da konuşlandılar. İspanyolların ifadesiyle "Bir an önce söndürülmezse hristiyanlığın büyük bir bölümünü yakacak olan bu ateş"in yok edilebilmesi için İspanya Kralı'nın emriyle harekete geçen Vahran (Oran) Valisi Diego de Cordoba 35.000 askerle Kal'atü'l Kılâ'yı kuşattı. 3 ay bu büyük kuvvete karşı duran Oruç Reis, bıkan düşmanın anlaşma teklifiyle kaleyi boşaltırken -anlaşma dışı olarak- silahlarının da istenmesine karşı çıkarak 1.000 levendiyle birlikte savaşa savaşa şehri terketti. Rio Salado Irmağı üzerinde kurulu köprüye ulaşan Oruç Reis'in amacı, sağ kalan levendleriyle köprüyü geçerek köprüyü atmaktı. Fakat levendlerinin kendisine "Baba" diye seslendikleri Oruç Reis aç ve susuz durumdaki levendlerin yarısı köprüyü geçemeyince köprüyü atmaya kıyamadı ve kılıcını çekerek düşmanların içine daldı. Garcia Fernandez de la Plaza komutasındaki binlerce İspanyol'dan yaklaşık 100'ünün hep birlikte kılıç çekmesiyle şehit edilen Oruç Reis'in başı kesilerek İspanya Kralı'na gönderildi. (10 Ekim 1518) Oruç Reis'in cenazesini almayı başarıp naaşını defneden levendlerden sağ kalan 340'ı kara haberi getirince Barbaros büyük bir üzüntü ile sarsıldı. Ağabeyinin şehit edilmesine duyduğu öfkeyi: "Ah, bütün Frengistan'ı kılıçtan geçirsem kardeşlerimle yoldaşlarımın intikamını alamam!" sözleriyle belirten Barbaros, Afrika ve Akdeniz'i düşmanlarına dar etmeye and içti. Bu büyük Türk Denizcisi'nin şehit edilmesi İspanya'da ise büyük bir coşku ve sevinçle karşılandı. Öyle ki Garcia Fernandez de la Plaza'ya -oğulları ve torunları ile soyundan gelenler de dahil- İspanya Kraliyet İmtiyazı verilerek, Oruç Reis'in resim ve simgelerini üstlerinde, evlerinde, kapılarında ve istedikleri her yerde ebediyen taşıma ve kullanma hakkı tanındı.
Oruç Reis şehit olunca İspanya İmparatoru Karlos Barbaros'a küstahça bir mektup gönderip, hemen Cezayir'i terk etmesi durumunda canını bağışlama lütfunda bulunacağını söyledi. Barbaros bu mektuba çok ağır bir karşılıkla cevap verince İspanyollar Cezayir'e baharda büyük bir donanma ile çıkarma yaptılar. Kış boyunca buna hazırlık yapmış olan Barbaros, levendleriyle şiddetli bir karşılık vererek 20.000 İspanyol ve İtalyan'ın çoğunu kılıçtan geçirdi. (1519) Yaklaşık 700 İspanyol askeri de "Mayna Sinyor" diye bağrışarak teslim oldular. Kurtulanlar 40 kadırgayla kaçmak istedilerse de kuzey rüzgarıyla çıkan fırtınada kadırgaların 38'i Temnitost Körfezi'nde battı. Gemiler batınca bir kısmı boğulan İspanyol askerlerinden kurtulanlar da tutularak esir edildi. Bir süre sonra sayım yaptırarak 13.000 esiri olduğunu öğrenen Barbaros batan gemilerin mühimmatını denizden çıkarmak için 500 esir görevlendirdi. Yolda zincirlerinden boşalıp isyan çıkaran bu esirler 50 vardiyanı şehit ettiler. Bunun üzerine Barbaros'un emriyle esirlerin üzerine yürüyen levendler 300'ünü öldürdükleri isyancıların teslim olan 200'ünü de ele geçirdiler. Sayıları 36'ya ulaşan esir kaptanların da isyan için çalışma yaptığını tespit eden Barbaros hepsini kırbaçla cezalandırıp ayaklarına pranga vurdurdu. Bu haber İspanya'ya ulaşınca iç baskılardan bunalan Kral büyük tazminat ödemeye mecbur kaldı. Cezayir'e ulaşan İspanyol gemileri 14.000 esirin her biri için 300 akçe fidye ödeyerek esirleri satın aldılar. 36 esir kaptan içinse toplam 3.000.000 akçe (120.000 altın) fidye teklif ettiler. Esirler için vermek zorunda kalınan ve ülkeyi zarara sokan bu yüklü tazminatlar İspanya Kralı'nın canını çok sıkmaktaydı. Fakat Cezayir Uleması'nın karşı çıkıp, deniz konusunda tecrübeli bu kaptanların düşmana verilmesinin uygun olmadığını -ya hapsedilip veya öldürülmeleri gerektiğini- belirtmesi üzerine kaptanları satmaktan vazgeçen Barbaros -isyan girişimlerini gerekçe göstererek- 36'sını da öldürtüp cesetlerini denize attırdı. İspanyollar kara haberi alınca 40 gün yas ilan ettiler. Bu gelişme, İspanya Kralı üzerindeki baskıların artmasına yol açınca baskıdan kurtulmak isteyen Kral bu kez de cesetleri için 3.000.000 akçe teklif etmek zorunda kaldı. Fakat Barbaros bunu da kabul etmeyerek "Türkler yüklü para için çocuklarını bile satar, nerde kaldı ki esirleri satmasınlar!" diyen İspanyollar'a karşı milletinin onurunu koruyarak, düşmanlarına -yakıp yıkmaktan daha sarsıcı- bir darbe vurdu. Barbaros'un, yeni yapılanmakta olan bir devletin ihtiyaçlarına rağmen bu büyük paraya tenezzül etmemesi aynı zamanda Cezayir halkını da çok etkileyerek Türkler'e olan güvenlerini ve takdirlerini arttırdı.
Oruç Reis'den sonra Cezayir Sultanı olan Barbaros, Kuzey Afrika topraklarında Cihan Hakanı'ndan başkası adına hutbe okutulup, sikke basılmasına karşı duyduğu rahatsızlığı Afrika'daki çeşitli Arap Emirlerini kabul ederek kendilerine anlattı. Daha sonra da Hacı Hüseyin Ağa liderliğinde bir heyeti İstanbul'a göndererek ülkesi Cezayir'i Osmanlı Devleti'ne bağlama isteğini bildirdi. Yalı Köşkü'nde Yavuz Sultan Selim tarafından kabul edilen heyet İstanbul'da 41 gün kaldı. Teklifi memnuniyetle kabul eden Yavuz Sultan Selim Barbaros'u Cezayir Beylerbeyliği’ne atadığını belirten Ferman-ı Hümayun'u verdi. (1519) Ayrıca Barbaros'a iletilmek üzere Hacı Hüseyin Ağa'ya mücevherli bir kılıç, sırmalı bir hil'at ile "Beylerbeylik Sancağı" teslim edildi. Heyet Cezayir'e müjdeli haberleri getirince merasim düzenlenerek Barbaros'a kılıç kuşatılıp, hil'at giydirildi. Sancaklar çekilip, gece büyük bir ziyafet verilerek, eğlenceler tertip edildi. Artık bir Osmanlı toprağı olarak yapılanmaya başlayan Cezayir'de "sikkeler" Osmanlı Padişahı adına basılmaya, "hutbeler" de Osmanlı Padişahı adına okutulmaya başlandı.
İspanyollar'ın elindeki -Vahran'a da yakın olan- Cezayir'in Müstağnem şehrine 22 gemiyle çıkarma yaparak burayı fetheden Barbaros, Tlemsen üzerine de 1.000 levent göndererek -5.000 Arap'ın öldüğü savaş sonunda- ihanet içindeki Tlemsen Sultanı Mesut'u tahtan indirip, yerine kardeşi Abdullah'ı başa geçirdi. Güney Fransa'da Provans, Toulon ve Îles d 'Hyères'e baskın yapan levendler düşman devletlerden esir ve ganimet toplamaya devam ettiler.
Diğer taraftan Barbaros'un Beylerbeyi olmasıyla ülkesinin Osmanlı hesabına elinden alınacağından korkan Tunus Beyi Abdullah Barbaros'u ortadan kaldırmanın yollarını arıyordu. Kendisi Barbaros ve Oruç Reis'in verdiği beşte bir paylar sayesinde zengin olup, onların geliştirdiği ticaret sayesinde ülkesi refaha kavuştuğu halde bir yandan İspanyollar'la gizli münasebetler kurarken bir yandan da Kuzey Afrika'daki Arap emirlerini Barbaros'un aleyhine kışkırtmaya çalışıyordu. Bu sırada Cezayir Sultanlığı'nda gözü olan İbnü'l-Kaadi'yle yazıştığı mektuplar Barbaros’un eline geçti. Mektupta, Kuzey Afrika'da bir tek Türk bırakmamak üzere ortak hareket edilmesi isteniyordu. Bunun üzerine 12.000 levendiyle Tunus Beyi üzerine yürüyen Barbaros askerlerini dağıttığı Tunus Beyi'ni yakalatıp nasihat ettikten sonra serbest bıraktı. Levendlerini 5-10 gün Tunus'daki muharebe ovasında konaklatıp dinlendiren Barbaros ordusuyla Cezayir'e dönüş yolunda çok sarp bir boğazdan geçerken pusu kurup beklemekte olan İbnü'l-Kaadi'nin yaptığı baskınla kayıplar verdi. Karşılık verilemeyecek derecede dar bir bölge olması sebebiyle 750 levendin şehit olduğu baskın sonrası İbnü'l-Kaadi'nin de propagandasıyla Cezayir'de karışıklıklar çıktı. Türkler'i Kuzey Afrika'dan sonsuza dek atmak isteyen İbnü'l-Kaadi 40.000 adamıyla 12.000 levende karşı isyan başlattı. 2.000 levendin şehit olduğu, 2.000 levendin de yaralandığı bu büyük savaşta düşmanın -esir edilen 700 askeri hariç- tamamı öldürüldü. İsyan şiddetle bastırıldıktan sonra yakalanan 185 elebaşı hakkında verilecek karar için Cezayir Uleması'nı toplayan Barbaros, Ulemanın: "Sana ve askerine karşı gelenin cezası ölümdür" hükmünü vermesine rağmen -daha önce İspanyollar'a karşı omuz omuza kendileriyle savaşan- bu asilerin bağışlanmasını teklif etti. Fakat ellerinde kılıçlarla infaz için asilerin başında beklemekte olan 185 levend "Şimdi merhamet ve lütuf zamanı değildir" diyerek hep birlikte kılıçlarını kaldırıp asilerin boyunlarını vurdular. Bu terbiyesizliğe çok kırılan Barbaros -gece gördüğü rüyanın da sevkiyle- sadık leventlerini toplayıp 25 gemiyle ertesi sabah Cezayir'i terk ederek yönetimi Araplar'a bıraktı.
Bölgedeki Araplar'ın Cezayir'i kendi başlarına idare edemeyeceklerini bilmekte olan Barbaros Cezayir kıyısında güzel bir liman şehri olan ve kendine yeni üs olarak seçtiği Cicel'e yerleşti. Burası Oruç Reis'le birlikte ilk fethettikleri yerlerdendi. Barbaros'un Cicel'e yerleşmek için geldiğini duyan yerli halk şenliklerle bayram etti. Ertesi günlerde Cezayir ve Tunus'un her tarafından Arap aşiret reisleri Cicel'e akın ederek Barbaros'a bağlılıklarını bildirdiler. Kısa bir süre sonra gemileriyle seferlerine başlayan Barbaros Sicilya kıyılarına PALERMOgiderek Sicilya Krallığı'nın merkezi olan Palermo'yu bombardıman etti. İçlerinde 40 ambar dolusu buğday, arpa, zeytin, zeytinyağı, peksimet, kereste, bakla, pirinç, kahve, kumaş, bez ve kurşun olan 9 düşman gemisini ele geçirdi. Keresteleri kullanarak Cicel'de büyük kışlalar ve konaklar ile birlikte küçük bir de tersane inşa ettirerek gemi yapımına başladı. Venedik Körfezi'ne gönderdiği leventler, içinde 10.000 duka altını olan 3 düşman gemisini ele geçirdiler. Hızla gelişen ticari hayat sebebiyle Kuzey Afrikalı tacir ve gemi sahipleri Cicel'e akın etmeye başladılar. Kışın gemilerini bakıma alan Barbaros bahar gelince 14 gün boyunca kıyılarında dolaştığı Ceneviz Körfezi'nde 21 düşman gemisini ele geçirip Cicel'e gönderdi. Messina Boğazı'nı geçerek geldiği Venedik Körfezi'nde ise Sinan Reis'in gemileriyle karşılaşıp yanına alarak 9 düşman gemisi daha ele geçirdi. Bu arada Kurdoğlu Reis de içinde 10.000 duka altını olan bir gemiyle -hemen hemen her hafta birkaç düşman gemisinin getirildiği- Cicel'e yanaştı.
Barbaros'un ülkeyi terk etmesinden sonra İbnü'l-Kaadi yönetimine geçen Cezayir halkı da kısa zamanda Barbaros'un kıymetini anlayarak heyetler halinde kendisine gidip ülkenin başına geri dönmesi için ikna çalışmalarına başladılar. Barbaros Cezayir'i terkedeli aradan 3 yıl geçmişti. Şehirde ticari hayat durmuş, asayiş ve huzur kalmamıştı. İbnü'l-Kaadi'nin nüfuzu gün geçtikçe azalıyor ve halkın desteği her geçen gün eriyordu. Ve Cezayir'de, gözler yollara dikilmiş, Barbaros bekleniyordu. Sayıları artan heyetlerin ısrarları, son noktaya ulaşınca Cezayir yolunun artık her şeyiyle açıldığını gören Barbaros bahar gelince 12.000 levendle Cezayir'e yürüyüşü başlattı. Yol boyunca binlerce atlı Bedevi de Barbaros'un ordusuna katıldı. Nihayet Cezayir önlerinde sabah başlayan ve akşama kadar süren savaşta İbnü'l-Kaadi bir Arap aşiret reisinin attığı mızrakla öldürüldü. İbnü'l-Kaadi ölünce, askerleri derhal silahlarını atarak teslim oldular. Barbaros hepsini affederek serbest bıraktı. Daha önce Barbaros'a karşı gelip Cezayir'i terk etmesine yol açan 185 levend ise Barbaros'un liderliğinde gözü olan ve savaşta İbnü'l-Kaadi'yle güç birliği yapan Kara Hasan'ın askeri olmuşlardı. Fakat hatalarını anlayan ve geri dönmek isteyen levendler Kara Hasan'ı öldürerek, kendilerini affetmesi ricasıyla Barbaros'a gidip teslim oldular. Barbaros bunları affetmekte bir kaç sakınca bulmasına rağmen hatalarını anlayıp pişmanlıkla kıvranan bu 185 levendi de affederek bütün orduyu sevindirdi. Kendilerine yapılan iyiliği boşa çıkarmayan levendler hatalarını unutturarak Barbaros'a tam itaat gösterdiler. Bir saatlik yürüyüşün ardından Cezayir halkının büyük tezahüratları altında ordusuyla şehre giren Barbaros düzeni sağlayıp Cezayir'e yerleştikten sonra asi olan Tlemsen Beyi Abdullah'ın üzerine yürüyerek boynunu vurdurdu ve yerine oğlu Muhammed'i başa geçirdi. (1523) Ardından 35 parçalık donanmasını Sinan Reis önderliğinde küçük filolar halinde sefere göndererek bol miktarda ganimet ve gemi ele geçirdi. Sardunya kıyılarına baskın yapan leventler, Calabria Crotone'de karaya çıkıp şehri yağmaladıktan sonra limandaki iki İspanyol gemisini batırdılar. Daha sonra Adriyatik Denizi'nde Castignano'ya saldırarak Spartivento Burnu'nda karaya çıkarma yaptılar. Reggio Calabria'yada da karaya çıkarak Messina Limanı'nda bulunan bir kaleyi yağmalayıp Campania kıyılarında baskınlarına devam ettiler. İtalya ve İspanya kıyılarındaki birçok liman ve kale de bu baskınlardan nasibini aldı. Ele geçirilen ganimetler, artan nüfus ve canlanan ticari hayatla kısa zamanda zenginleşen Cezayir ise artık "Türklerin Hindistanı" diye anılmaktaydı.
Cezayir'in alınmasından sonra, Cezayir sahilinin 300 metre açığında, sarp kayalıklardan oluşan küçük bir adacık üzerinde İspanyollar tarafından kurulmuş güçlü bir kale olan Penon'a (Peñón de Argel) harekât kararı verildi. Sırf zevk için bu kaleden şehri top ateşine tutarak cami minarelerini yıkan ve Cezayir halkına zulmeden İspanyol askerleri Cezayir'in Türkler'in eline geçmesinden sonra ise buna cesaret edemiyorlardı. Barbaros bunların varlıklarını umursamamasına rağmen limana bu kadar yakın bir yerde konuşlanmalarını da tedbire uygun görmediği için kale kumandanı Martin de Vargas'dan bölgeyi terkedip, çekip gitmelerini istedi. Türkler'i püskürteceğine emin olan İspanyol Kumandan'ın bunu reddetmesi üzerine daha önce döktürülmüş olan geniş çaplı toplar kullanılarak 6 Mayıs 1529'da kaleye ilk top atışları başlatıldı. Günlerce süren ve yağmur gibi yağan karşılıklı bombardımanlara kalenin arkasını çeviren kadırgalar da katıldı ve 16 Mayıs'ta güçlü kalenin siperleri yıkıldı. Barbaros'la birlikte korkusuzca kale duvarlarına merdivenleri dayayıp kaleye çıkan gözü pek leventler 800'ü ölen düşman askerlerinden sağ kalan 400'ünü de esir ettiler. Kaleye çıkan Barbaros çok sayıda cami minaresi yıkıp bir çok müezzinin de kellesini uçuran İspanyol Topçubaşı'yı huzuruna getirtip "Bre kafir! Keskin nişancı imişsin! Bir gülle ile bir minare yıkarmışsın. Gör şimdi top atışı nasıl olurmuş!" diyerek topa koydurduğu topçubaşıyı denize ateşledi. Daha sonra kalenin beden başlarında ezan okunarak 7 gün 7 gece şenlikler yapıldı. Cezayir mahzenlerindeki 30.000 esirini kullanarak kaleyi tamamen yıktırtan Barbaros çıkan taşlarla da adayı sahilden ayıran denizi doldurtarak gemilerin sığınabileceği güzel bir liman inşa ettirdi. Birkaç gün sonra kaleye silah ve mühimmat getiren fakat kalenin yıkılması ve adanın şehirle birleşmesi yüzünden yanlış yere geldiklerini zanneden, fetihten habersiz 10 gemilik İspanyol savaş filosu içindeki cephanelikle birlikte ele geçirildi. Askerlerin çoğu kılıçtan geçirilirken teslim olan 355'i de esir edildi. İspanyollar'ın uzun yıllardır stratejik ve kuvvetli bir noktası olan ve aynı zamanda kendilerine büyük prestij sağlayan Penon Kalesi'nin kaybedilmesine çok öfkelenen İspanya Kralı haberi getiren askeri, -kılıcını saplayarak- öldürdü. Cezayir Penonu'nun böylece yok edilmesi -Amiral Jurien Graviere'nin ifadesiyle- İspanya için sürekli bir endişe kaynağı ve büyük bir zarar olmuştu.
Aynı yıl Barbaros'un, Aydın Reis önderliğinde 10 gemiyle sefere gönderdiği levendler, Septe Boğazı'nda 5 düşman gemisi ele geçirdikten sonra Güney İspanya kıyılarındaki bütün şehir ve kasabaları topa tutarak bol miktarda esir ve ganimet ele geçirdiler. Kıyılardan topladıkları binlerce Endülüslü'yü de İspanyol zulmünden kurtarmak için gemilere bindirdiler. Bunun üzerine İspanya Kralı Karlos en büyük amirallerinden Portondo'yu büyük bir filoyla "Şeytandöven" adını verdikleri Aydın Reis'in üzerine gönderdi. Bu sırada Kazdağlı Salih Reis'le tanışan Aydın Reis savaşı rahat yapabilmek için çoğu kadın ve çocukdan oluşan ve korku içinde ağlaşmaya başlayan Endülüslüleri zorla kıyıya boşalttı. Çok zalim ve gaddar biri olan Amiral Portondo ile şiddetli bir savaşa tutuşan Aydın ve Salih Reis, savaş sonunda Portondo ve kaptanları ile birlikte İspanyol askerlerinin çoğunu öldürüp, sağ kalan 375'ini de esir ettiler. Kıyıda heyecanla bu büyük deniz savaşını izleyen Endülüslüler zaferden sonra sevinç içinde tekrar gemilere bindiler. Cezayir'e ulaştıklarında Barbaros tarafından karşılanan Aydın Reis; donanma komutanlığına, Kazdağlı Salih Reis ise donanma komutanlığı yardımcılığına getirildi. Daha sonra Barbaros 10 gemilik bir filoyu Venedik altın yaldızıyla kaplattırarak Padişah'a sunulacak hediyeler ve 300 seçilmiş esiri Aydın Reis'le İstanbul'a gönderdi. Çok uzak mesafeden haşmetli bir şekilde parlayan gemiler binlerce İstanbullu'nun sevinç gösterileri arasında limana girdiler. Yavuz Sultan Selim'e hediyelerini sunan heyet Cezayir'deki durumu kendisine anlattıktan sonra Padişah'ın verdiği hediyeler, cephane ve mühimmatla gemilerini tıka basa doldurup kuru sıkı top atışıyla kendisini selamladıktan sonra 1 ay kaldıkları İstanbul'dan hareket ettiler. Yol boyunca Avlonya, Ülgün, Diraç, Venedik Körfezi, Kabo, Santamariya, Kalevra, Papalık, Sardunya ve Mayorka'yı vurarak ele geçirdikleri 15 düşman gemisi ile birlikte bol miktarda esir ve ganimet alarak Cezayir'e döndüler. Padişah'ın gönderdiği Hil'at-i Fâhire'yi 3 gün üzerinde taşıyan Barbaros, bu 3 gün boyunca büyük eğlenceler tertip ettirip ziyafetler verdi.
İslam Dünyası'nda sevinçle karşılanan bu zaferler, Avrupa'yı mateme ve öfkeye boğuyordu. Barbaros'a beddualar yağdıran rahiplerin şikayet mektupları ve üst üste saraya ulaşan kara haberler sonunda dünyanın en büyük hristiyan devleti İspanya İmparatoru Şarlken en büyük amiral ve komutanlarının da katıldığı büyük bir meclis topladı. "Krallar içinde maskara oldum" diyerek hiçbirinin Barbaros'la başa çıkamadığından şikayet eden Kral Avrupa'nın en iyi kaptanı Andrea Doria'yı, -Barbaros'u yakalayıp öldüreceği sözünü vermesi üzerine- bu işle görevlendirdi. Akdeniz ülkelerinin tümünde casusları bulunan ve bu sayede Avrupa'da olup biten bütün gelişmelerden haberdar olan Barbaros, esir ettiği kaptan, komutan, prens, vali, rahip ve sanatçıları yanına çağırtarak bir arkadaş gibi sohbet etmekte ve onlardan önemli bilgiler edinmekteydi. Hatta bazen Avrupa'da bile kimsenin bilmediği saray sırlarını bu şekilde öğrenmekteydi. Böylece İspanya Kralı'nın düzenlediği toplantının ayrıntılarının da Barbaros'a ulaşması uzun sürmedi.
Barbaros'u esir almak hülyasıyla 20 İspanyol ve 10 Ceneviz gemisiyle yola çıkan Andrea Doria Kral'a verdiği söze rağmen, Cezayir üzerine gitmeye cesaret edemeyerek birkaç yüz levend tarafından korunan Şirşel Limanı'nı bastı. Leventler, Doria'yı görünce kaleye kapandılar. Doria'nın askerleri limanı ve şehri yağmaya koyulunca durumdan faydalanıp kaleden çıkan levendler şehre dağılmış düşmanı kılıçtan geçirmeye başladılar. Türkler'in korkudan kaleye sığındığını sanan ve böyle bir hareket beklemeyen Doria, çareyi askerleriyleŞİRŞEL birlikte gemilerine atlamakta buldu. Fakat geride yüzlerce ölü ve 1.700 esir bıraktı. Andrea Doria'yı aramak için Cezayir'den hareket etmiş olan Barbaros ise gece gördüğü rüyada: "Aradığın mel'un Şirşel tarafındadır. Gayet bozgun haldedir. Fırsat senindir" müjdesini alınca derhal Şirşel'e giderek kaçmak üzere olan düşmanla şiddetli bir savaşa tutuştu. Düşman gemilerindeki kürekçi müslümanlar da "Allah Allah" sesleriyle zincirlerinden boşalıp Barbaros'a yardım etmeye başlayınca Andrea Doria 20 gemisiyle ele geçirildi. Savaşta 350 levend de şehit oldu. Kıyıya çıkan Barbaros yaptığı sayımda toplam 2.200 müslüman esirin kurtarılıp 1.900 düşman askerin esir edildiğini tespit etti. Sonra Cezayir'e dönerek Aydın Reis'i 40 gemilik güçlü bir filoyla seferi tamamlaması için İspanya üzerine gönderdi. Mayorka Adası ve İspanya'nın Akdeniz sahillerini vuran levendler 15 gemi, 3.000 esir ve bol miktarda ganimet ele geçirdiler. Ayrıca Barselona yakınlarında kralların her yıl ziyaret ettikleri -siyasi bir niteliği olan- İspanya'nın en önemli Manastır'ını basarak Cezayir'e döndüler. Manastır'ın azizler tarafından korunduğuna inandığı için bu baskın haberine inanmayan Kral haberi getirenlerin ellerini zincirletip papazlarıyla birlikte bölgeye gitti. Karşılaştığı kötü manzara karşısında çılgına dönen Kral'ı sakinleştirmeye çalışan papazlar ise "Kilisenin bu seneki sadaka parasının gönderilmemesi sebebiyle azizlerin hatırlarının kırılmış olabileceğini, Barbaros'un azizlerin hışmına uğramasının ise an meselesi olduğunu" söylediler. Bu sözlere inanıp o kışı Barselona'da geçiren Kral "Andrea Doria'nın 3 ay önce Türkler'e esir düştüğünü ve bir çok İspanyol gemisinin ele geçirilerek çok sayıda İspanyol'un esir edildiğini" haber aldı. Haberi Barbaros tarafından serbest bırakılan bir gemideki 350 kişi getirmişti. Bu kişilerin Kral'ın yanında Barbaros'a övgüler yağdırması ve "Barbaroşa bize kumanya, harçlık ve gemi kiramıza kadar her şeyi verdi." diyerek göklere çıkarmaları üzerine hiddetinden sarsılan Kral kendini öldürme girişiminde bulunduysa da papazlar buna da engel olup, sakinleştirdiler. İspanya Kralı'nın en çok hazmedemediği konular ise Cezayir Penonu'yla birlikte iki burcun Türkler'in eline geçmesiydi. Çünkü İspanya, Cezayir'i ele geçirme ümitlerini bu burçlara bağlamıştı. Diğer büyük endişe ise Barbaros'un Osmanlı Devleti'nin Kaptân-ı Deryalığına getirilme ihtimaliydi. "Barbaroşa bu gidişle Gran Senyör'e Ceneral olursa işte o zaman olacak olur!" diye ne yapacağını şaşıran İspanya Kralı buna engel olmak üzere yeni bir donanma kurma çalışmalarına başlayarak, Cezayir'e bizzat gidip Barbaros'u öldürdükten sonra etini yeme yemini etti. Barbaros tehlikesi ve Osmanlı Devleti'nin saldırıları yüzünden mali durumu oldukça bozulan koca İspanya İmparatorluğu'nda donanma ihtiyaçlarının nasıl ve hangi kaynaklardan sağlanabileceği hususu büyük sıkıntı doğuruyor; silah, gemi ve asker yetersizliği ve disiplinsizliği de sık sık üst düzey toplantı ve yazışmaların baş konusu oluyordu.
Barbaros Hayreddin Paşa Aydın Reis önderliğinde 15 gemiyi seçilmiş 500 esir ve ağır hediyelerle birlikte yeni Padişah olan Kanuni Sultan Süleyman'ı ziyarete gönderdi. İstanbul'da 1 ay kalan heyet Padişah'ın verdiği hediyelerle sancak, hil'at ve hatt-ı hümayun'u teslim alarak Sarayburnu'ndan hareket etti. Dönüş yolunda Kalevre kıyısını basıp 700 esir alan levendler Mayorka'ya kadar vura vura geldikleri düşman yakasında 27 gemi ele geçirerek Cezayir'e ulaştılar. Büyük Divan toplayan Barbaros gaziler, ulema, eşraf ve halkın huzurunda hatt-ı hümayûn'u okutup hil'at giydi. İspanya Barbaros'u yok etmek için yapımına başladığı 40 gemiyi hazır ettiği sıralarda Macar Kralı Layoş, Kanuni Sultan Süleyman'a karşı İspanya Kralı'ndan yardım talep edince hazırlanan kuvvetler Macaristan'a kaydırıldı. Fakat Barbaros'un bunu fırsat bilerek ülkeyi yakıp yıkacağından endişe eden İspanya Kralı, Tlemsen Beyi'ni Barbaros aleyhine kışkırtarak Barbaros'u bu işle meşgul etmek istedi. Barbaros asi olan Tlemsen Beyi'nin üzerine yürüyüp hizaya getirirken Deli Mehmed Reis'i de 40 gemiyle Akdeniz seferine gönderdi. Yolda 35 gemiden oluşan yeni hazırlanmış İspanyol Donanması'na rastlayan levendler girdikleri kanlı çatışmalar sonunda 6'sı kaçan düşman gemilerinden 29'unu ele geçirdiler. Bu büyük Türk zaferi, Barselona'da haber kendisine ulaşan Şarlken'de büyük bir üzüntüye sebep oldu. Bu zaferden cesaret alan Endülüslüler de İspanyollar'a karşı ayaklandılar. Dağlardan inen 80.000 Endülüslü, İspanyolların büyük ordularını perişan etti. Barbaros İspanya'da başlayan Endülüs ayaklanmasını haber alır almaz Deli Mehmed Reis'i 36 gemiyle destek için gönderdi. Bu; Endülüslüleri kurtarmak için yardıma giden 21. Türk Donanması'ydı. Barbaros ve levendleri yaptıkları 21 Endülüs seferinde 70.000 Endülüslü'yü İspanyol zulmünden kurtarıp Kuzey Afrika'ya taşıdılar. Bu arada esir durumundaki Andrea Doria fidye ile serbest bırakıldı. İspanya yakasına ulaşan Andrea Doria yeniden "İspanya Donanma Komutanlığı"na getirildi.
Kanuni Sultan Süleyman da "Osmanlı Donanma Komutanlığı"na getirmek için Barbaros'u İstanbul'a çağırınca, Cezayir'i Hasan Reis'in idaresine bırakan Barbaros Hayreddin Paşa 20 gemi ile hareket etti. Yolda, Tunus'dan kaçmış olan 1 gemideki 300 esiri -kaçarken çaldıkları mallarla birlikte- Trapane Körfezi'nde yakaladı. Yol boyunca Sardunya, Korsika, Montecristo Adaları, Elba ve Bonifacio'ya baskın yaparak Messina'da 18 düşman gemisini ele geçirdi. Buradan Preveze'ye geçip, 3 gün kaldıktan sonra beraberindeki 19 büyük Reisiyle birlikte 27 Aralık 1533 günü İstanbul'a vardı. Kışa rağmen kıyılara doluşmuş yaklaşık 200.000 İstanbullu'nun sevinç gösterileri arasında Galata önüne demir atarak maiyetiyle birlikte merasimle karaya çıktı. Düzenlenen muhteşem bir zafer alayıyla Topkapı Sarayı'na gitti ve bir gün sonra Padişah tarafından huzura kabul edildi. Padişah, Divan-ı Hümayun'u toplayarak bütün vezirlerin huzurunda Barbaros Hayreddin Paşa'yı "Dünyanın En Büyük Donanması"nın başına geçirerek Kaptan-ı Derya’lığa (Deniz Kuvvetleri Komutanlığına) atadı. (6 Nisan 1534)
Barbaros Hayreddin Paşa'nın Osmanlı Devleti'nin Kaptan-ı Derya’lığına atanması -10 yıldır bunun gerçekleşmesi düşüncesinden bile korkan- İspanya, İtalya, Avusturya, Almanya ve Hollanda tahtlarına da sahip, dünyanın en büyük hristiyan devleti "İspanya İmparatorluğu"nda büyük bir dehşetle karşılandı. Uzun yıllardır müslümanlara karşı bir kutsal savaşın öncülüğünü yapan ve bir kültür medeniyeti Endülüs ile Afrika'daki çeşitli bölgeleri işgal ederek binlerce müslümanı korkunç işkencelerle öldüren İspanya İmparatorluğu'na karşı Osmanlı Donanması'nın yaptığı savaş hazırlıklarına ilişkin ilk haberlerin Avrupa'ya ulaşmasıyla birlikte bütün İspanya ve İtalya topraklarını kaplayan korkuya paralel olarak "Adriyatik'ten Cebelitarık'a kadar geniş bir coğrafyaya uzanan" İspanyol hattında bütün imkanlar seferber edilerek -hızla- savunma hazırlıklarına geçildi. Granada bölgesine eli kulağındaki Türk tehlikesi konusunda postalar gönderilerek hızlı ve kesin sonuç verecek savunma sistemleri geliştirilmesi konusunda uyarıldı. Cebelitarık ve Cadiz kıyılarına asker konuşlandırılarak kaleler, gözetleme kuleleri ve diğer müstahkem yapıların onarılması emredildi. Malaga'daki top, barut ve levazım organizasyonunun ivedilikle ele alınması istendi. Puglia ve İtalya'nın doğu sahillerindeki savunma sistemleri arttırılarak Puglia, Calabria ve Mahon Kaleleri onarılıp güçlendirildi. Sicilya Adası'ndaki tüm kaleler sağlamlaştırılarak asker sayıları arttırıldı. Saldırı bekleyen şehirlerden biri olan Cenova da savaş hazırlıklarını tamamlayarak müstahkem bir kale şeklinde Türkler'i beklemeye koyuldu. Napoli Kral Naibi Don Pedro'nun 22 Haziran'da İspanya İmparatoru'na yazdığı mektupta Modon ve Koron'a daha şimdiden Türk gemilerinin geldiğini, 150 gemiye 110 kadırganın daha ekleneceği bildirilerek Osmanlı Donanması'nın levazım ve mühimmat hazırlanması ile asker donatım ve diğer hususlarda çok hızlı hareket ettiği haber verilmekteydi. Gemilerde kürek çekecek forsaların -Avrupalılar'ın adından bile korktukları Yeniçeriler'den değil- hristiyan esirlerden olacağı haberleri ise memnuniyetle karşılanmaktaydı. Mora Sancakbeyi'nin pek çok süvariyle Modon'a gelerek Barbaros'la birlikte büyük şölenler verdikleri, donanma için pek çok öküz hazırlandığı, donanmanın peksimet ihtiyacı için Salomis'e 15 kadırga gönderildiği ve Avrupa savunması hakkında toplanan istihbarî bilgilerin bir araya getirilerek gece gündüz planlar yapıldığı da Avrupa'ya ulaştırılan haberler arasındaydı. Bütün yazışmalara yansıyan ortak korku ise "Türkler'in her yeri ateşe vereceği" söylentisi idi. Ve 1534'ün Ağustos'unda 8.000 levend ve 80 parça gemiden oluşan Osmanlı Donanması'nın büyük bir şaşaa ile harekete geçerek Akdeniz'e açıldığı haberlerinin İspanya yakasına ulaşması ile telaş başladı.
Osmanlı Donanması'nın nereye saldıracağının tam olarak öğrenilememesi İspanya ve İtalya sahillerinde yaşanmakta olan telaşı daha da arttırmaktaydı. Don Pedro'nun İspanya İmparatoru'na gönderdiği mektuplarda Türk Donanması'nın rotasının hâlâ öğrenilemediği, Zante, Korfu ve Velona'ya gönderilen gemilerden de haber alınamadığı belirtiliyordu. Türk Donanması'yla ilgili -yalan doğru- her türlü haber (Simancas Arşivinde de görülebileceği gibi) büyük bir sıklıkla İmparatorluğun dört bir yanına sayısız kopyayla ulaştırılarak hızlı haber akışı sağlanıyordu. Tarafsız konumdaki Venedik ise Türk tehdidinin kendi sahillerine de uzanabilme ihtimaline rağmen Osmanlı'yı kızdırmaktan korktuğu için tedbir amaçlı bile olsa herhangi bir savunma hazırlığı yapamıyor fakat topladığı bilgileri el altından İspanya'ya ulaştırarak gizli ve dolaylı yardım etmekten de geri durmuyordu. Bu arada rotasını çizen 1534 Osmanlı Donanması İspanya'ya ait İtalya'nın batı sahillerini boydan boya vurmak üzere Calabria sahillerini bastı. Messina Boğazı'ndaki gözetleme kulelerini ateşe verip Andrea Doria'nın kuzeni Antonio Doria'nın 7 gemisini saf dışı ederek San Lucido'da karaya çıkarma yapan leventler bütün şehri yakıp yıkarak San Lucido Kalesi'ni ele geçirdiler. Liman kenti Citarro da bu yıkımdan nasibini aldı ve şehirde yapımı devam eden 7 düşman gemisi ele geçirildi. Daha sonra Campania'da ortaya çıkan Osmanlı Donanması Capri, Piciota ve Procida şehirlerini yerle bir etti. Procida'da kaleden çıkıp teslim olanlar esir alınırken olmayanlar kılıçtan geçirildi. Türk Donanması bir bir İtalyan şehirlerine uğrayıp arkasında unutulmayacak izler bırakarak yoluna devam ederken "Türk Gazabı" İspanyol tarihçi Francisco Lopez de Gomara'nın ifadesiyle "Verdiği büyük zarardan daha büyük bir korku yayarak Napoli sularında göründü." Napoli Körfezi'ni bombardıman eden Osmanlı Donanması bu kez de Lazio'da ortaya çıkarak Gaeta şehrini bombardıman etti. Villa Santa Lucia, Sant'Isidoro, Sperlonga, Terracina ve Ostia şehirlerine çıkarma yapan Barbaros ve leventleri İtalyan şehirlerini yerle bir ederek binlerce esir aldı. Fondi şehrini basan 2.000 levent ise 4 saat içinde bütün şehri yerle bir etti. Toplam 18 kale fetheden Kaptân-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa, kale anahtarlarıyla birlikte ele geçirdiği 16.000 esir ve 425 sandık ganimet eşyasını 40 kadırgayla İstanbul’a gönderdi. Yaşanan panik Roma'yı da içine aldı ve tüm Roma kiliselerinde kilise çanları çalınarak tehlike alarmı verilmeye başlandı. Artık, yüzyıllardır korkulan "Türk'ün Roma'ya çıkacağı an"ın geldiği düşünülüyordu. Türkler'in İran Şâhı üzerine yürüdükleri aynı anda denizden İspanya İmparatorluğu üzerine başlattıkları bu seferler bütün Avrupa'da şaşkınlık ve dehşetle izlenirken İmparatoriçe Isabel'in 13 Aralık 1534'te kocası İspanya İmparatoru'na yazdığı mektupta "Türk'ün donanmasıyla Hristiyanlık alemine elinden geldiğince zarar vermek için yeniden geri dönmeyeceğinden asla emin olamayız" denmekteydi. Leventleriyle birlikte Güney İtalya'ya yelken açarak Ponza, Sicilya ve Sardunya'yı vuran Kaptân-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa, Haçlılar üzerinde yeteri kadar korku uyandırıp zarar verdikten sonra korsanlığa ilk başladığı yer olan Tunus'a yönelerek Halk-ül Va'd Kalesi de dahil bütün ülkeyi -halkın sevgi gösterileri arasında- ele geçirdi. (22 Ağustos 1534) Asi Tunus Beyi tacı-tahtı bırakıp çöllere kaçtı. Bunun üzerine Tunus Beyi Mevlay Hasan ve İspanya Kralı Şarlken, Tunus'u Barbaros'tan geri alabilmek için büyük bir saldırı hazırlığına başladı.
Kışı düşmanı karşılamak üzere hazırlık yaparak geçiren Barbaros bazı gemilerini Batı Akdeniz’deki İspanyol ülkelerini vurmaya gönderdi. Sardunya Adası'nı basan leventler 12.000 duka altını, 475 seçkin esir ve birçok ganimetle geri döndüler. Sonunda "Avrupa'nın Babası" rolünü üstlenen İspanya Kralı Karlos bizzat başında bulunduğu haçlı donanması ile Tunus önlerinde göründü. (1535) 300 gemiden oluşan donanma, Kral Karlos’un liderliğinde İspanya, Almanya, Napoli, Ceneviz, Malta ve Hollanda'dan gelen on binlerce askerden oluşmaktaydı. Savaş, haçlıların çıkarma yaptıkları Halk-ül Va'd Kalesi'nde başladı. Bu kıyı şehrini korumakla görevli olan Sinan Reis'in önderliğinde düşmana karşı yapılan 3 harekatta toplam 6.000 düşman askeri öldürüldü. Ölenler arasında İspanya'nın en önemli komutanlarından Sarno Dukası ve Mondeia Markisi de bulunmaktaydı. İstanbul'dan Donanma-yı Hümayun'un yardıma gelip iki ateş arasında kalmaktan endişe eden Kral ve Andrea Doria Halk-ül Va'd'i düşürmek için büyük zayiatı göze alıyorlardı. 1 haftalık gecikmeyle Tunus Beyi Mevlay Hasan da 60.000 atlı ile İspanya Kralı'na katıldı. Halk-ül Va'd Kalesi 100.000'i bulan bu düşman kuşatmasına 1 ay gibi uzun bir süre dayandıktan sonra düşünce, levendlerden sağ kalanlar Sinan Reis önderliğinde Barbaros'un bulunduğu Tunus şehrine çekildiler. Kalenin düşmesinin ardından Tunus Beyi ve İspanya Kralı 100.000 askerle Tunus önlerine geldi. Düşman gelince Tunus'un gönüllü yerli askerleri ihanet ederek Barbaros'dan ayrıldılar. Sayıları iyice artan düşman safları, mahzenlerde bulunan 10.000 hristiyan esirin zincirlerinden boşalmasıyla daha da güçlendi. Yapılan kanlı savaşlarda onbinlerce düşman askerinin öldürülmesinin yanısıra 15.000'den fazla levend de şehit oldu. Şehirde ayaklanmaların da başlaması üzerine öcünü alma sözü veren Barbaros çekilme hazırları yaparak önce Tunus Hazinesi'nin değerli parçalarını yanına aldırdı ve ardından kalan 7.200 levendiyle korkunç bir yarma harekatı yaparak çekilmeye başladı. (21 Temmuz 1535) Düşmanların kalbini titreten "Allah Allah" sadalarıyla yeri göğü inleterek Sicilya’yla karşı karşıya bulunan Bâbüzzünnap Limanı'na geldiler. Burada kendilerini bekleyen 14 kadırgaya ulaştıklarında büyük denizci Aydın Reis boğularak şehit oldu. Yarma harekatında levendlerin yarıya yakını da şehit olduklarından, Barbaros'la beraber ancak üç dört bin levend sağ kalmıştı. Tunus'a giren Haçlı ordusu Barbaros'u ele geçirememenin öfkesiyle şehri günlerce yağma ederek 30.000 Tunuslu'yu katletti, 10.000 kadın ve çocuğu da esir aldı. Camiler, medreseler, türbeler tahrip edildi. Saraylar yağmalandı. Kütüphanelerdeki on binlerce el yazması kitap yakıldı. En nadir sanat eserleri yok edildi. Barbaros'un 1 yıl önce fethettiği Tunus çevresi İspanyollar'ın himayesinde, yine Hafsîler'in eline düşerken, ülkenin güneyi ve bütün doğu kıyıları ise hâlâ Barbaros'un elinde bulunmaktaydı.
Verdiği büyük kayıplara içi yanan Barbaros Bâbüzzünnap halkının iltifatlarıyla kışı burada geçirdikten sonra baharda Sebte Boğazı’ndan Okyanus’a açılıp Portekiz’in güneyindeki Faro önlerinde Hindistan’dan dönmekte olan ve yelkeni kırıldığı için hareketsiz kalan bir Portekiz gemisini, içindeki 76 top, 300 tayfa, 36.000 altın, 200 kilo altın tozu ve çok sayıda değerli eşya ile birlikte -denizlerde ele geçirdiği en büyük ganimet olarak- kolayca ele geçirip halkın sevgi gösterileri arasında Cezayir'e girdi. Bir süre sonra 21 gemilik bir donanma ile denizlere açılarak İspanya kıyılarına baskınlar yapan Barbaros, Minorka ve Mayorka'yı basıp Palma kalesi ve şehrini yağmaladı. Ardından Tunus'un işgalinde görev almış ve içinde Tunus'daki savaşta İspanyollar'a esir düşmüş 700 levendi de taşıyan 12 İspanyol gemisini Porto Magon Limanı'nda ele geçirdi. Karşısında öldü zannettiği 700 levendini görünce yaşadığı büyük sürpriz ve sevinci "İspanya'yı alsaydım bu kadar sevinmezdim" diye ifade eden Barbaros Hayreddin Paşa tacını göklere atarak şükür secdesine kapandı. Gemilerde levendlerine büyük ziyafetler vererek neşeli sohbetler eden Barbaros harekatlarda ele geçirdiği 5.500 esirle birlikte şanlı bir şekilde Cezayir'e girdi. "Tunus'u alıp Barbaros'u kaçırdım" edasıyla her yıl düzenlenen Papa huzurunda günah çıkarma merasimi için gurur ve gösterişle Rumpapa'ya giden İspanya Kralı'nın sevinci Hayreddin Paşa'nın bu yeni darbeleriyle kursağında kaldı. Haber kendisine ulaşınca, -Barbaros'un Tunus'dan giderken hazineyi de götürmesi sebebiyle- Kral'a taç giydirmekten vaz geçen Papa "Ancak Barbaros'un başının kesilerek Cezayir'in alınması durumunda Azizlerin taç giydirilmesine müsaade ettiklerini" söyleyerek Kral'ı hüsran içinde geri gönderdi.
Kanuni Sultan Süleyman'ın Barbaros'u İstanbul'a çağıran emri Cezayir'e ulaşınca 3 gün büyük ziyafetler veren Barbaros yerine Hasan Reis'i tayin edip, donanması ve tıka basa dolu devlet hazinesiyle birlikte ülkeyi kendisine teslim etti. Levendlerine ve halkına nasihatlarda bulunduktan sonra som sırmalı sancaklar çektirdiği güneş altında parıldayan altın yaldızlı gemilerine binerek Cezayir'den İstanbul'a hareket etti. Bu Barbaros'un Cezayir'i son görüşüydü. Koca Reis gemisi hareket edince geriye dönüp yaşlı gözlerle Cezayir'i seyrederek: "Yürü koca Sultan Cezayir! Seni gayri son görüşümüzdür. Kendi isteğimle olaydı, bir saat senden ayrılmazdım. Cihad yurdu sensin, serhadlerin sonu sensin. Dilerim Allah'dan kıyamete kadar nâm ü şânın dillerde destan olsun. Düşmanların senden kanlar kuşansın, denizde ve karada cümlesinin üzerine muzaffer olasın!" diye dua edip ağlaya ağlaya Cezayir'den uzaklaştı. 19. gün İstanbul'a ulaşan Barbaros Padişah'ın huzuruna çıktı. Sultan Süleyman'ın "Mücahit Lalam" diye kendisini onurlandırdığı Barbaros karşılaştığı iltifatların ardından baş başa kaldıkları bir mecliste son olayları ve yapılacakları Padişah'la görüştükten sonra Tersane Başmühendisi’ni çağırtarak 30 yeni gemi yapılmasını emretti. Bahar gelince de Osmanlı'nın karadan başlattığı Arnavutluk seferinde orduya denizden destek olmak için Padişah'ın emriyle Adriyatik Denizi’ne girdi. Fakat Mustafa ve Hüsrev Paşa haber göndererek Barbaros'dan askerleriyle karaya çıkıp saldırıya karadan destek olmasını istediler. Barbaros ise donanma askerinin karaya çıkmasının deniz usullerine aykırı olduğunu, ayrıca Padişah'ın kendisini denizde görevlendirdiğini bildirerek teklifi kabul etmedi. Fakat bazı Arnavutlar Venedikliler'e çoktan haber uçurup Barbaros'un karaya çıkacağını ispiyonladılar. Bunu duyan Venedik Donanması heyecanla "Şimdi bittin Barbaros" diye derhal harekete geçti. Yaşayacağı zaferin müjdesini uykusunda alan Barbaros uyanıp rüyasını bir hocaefendiye tabir ettirirken ufukta da Venedik Donanması göründü. Kahkahalar ve alaylarla iyice yaklaşan düşmana oyun oynayan Barbaros levendlerin karaya çıktığı izlenimini vermek için gemileri uzun bir süre hareket ettirmedi. Düşman iyice yaklaşınca da hep birlikte sancaklarını çekip, toplarını ateşleyerek düşman gemilerinin içine dalan Türk Donanması 30 gemilik Venedik donanmasından 14'ünü batırıp 16'sını da ele geçirerek şanlı bir şekilde İstanbul'a döndü. Mustafa ve Hüsrev Paşa da hatalarını anlayıp Barbaros'a övgüler yağdırarak bu büyük zafer için Allah'a şükrettiler. Ertesi sabah hatalarının diyetini ödeyerek Arnavutluk'u boyun eğdirip vergiye bağladılar.
Osmanlı Devleti'ne -denizlerdeki üstünlüğünün bir sonucu olarak- dünyanın çeşitli devletlerinden çeşitli gerekçelerle yardım talepleri geliyordu. Bu doğrultuda büyük Hind hükümdarlarından Bahadır Şah da Osmanlı Padişahı'na -Hint Denizi'nden Portekiz gemilerinin temizlenmesi ricasıyla- çok değerli bir hazine gönderdi. Hazineyi İstanbul'a getirmekte olan Salih Reis komutasındaki 20 kadırgaya baskın yaparak ele geçirmek hülyasıyla yola çıkan Andrea Doria, Barbaros'un 40 gemiyle Salih Reis'i korumak için gelmekte olduğunu haber alınca hemen uzaklaşarak ortadan kayboldu. Hazine ADALARİstanbul'a sağ salim teslim edildikten sonra Venedikliler’den Syros, Loura, Pathmos, Nio, Stampalie, Egine(Ekin), Paros, Anti-Paros, Tine adaları da dahil toplam 28 ada ve 7 kale fethederek Osmanlı Devleti'ne bağlayan Barbaros, Naxos(Nakşe) adasındaki dukalığı da boyun eğdirip vergiye bağladı. Çerigo (Çuha) Adası ile Girit Adası'nda 80 köy basıp buradaki bazı kalelerle birlikte Kerpe ve Kaşot Adasını da fethederek harekatlarda ele geçirdiği 20.000 esiri İstanbul’a gönderdi. Venedik'in Adalar(Ege) Denizi ile alakasının tamamıyla kesilmesinden sonra Papa III. Paul'un öncülüğünde başta Papalık, İspanya, Almanya, Venedik, Ceneviz, Floransa, Portekiz ve Malta gemilerinden oluşan "Müttefik Avrupa Donanması" 308’i savaş, 300'ü de yük ve taşıt gemisi olmak üzere toplam 608 gemilik dev bir donanma ile 22 Eylül'de Korfu Adası'nda toplandı. Bütün Avrupa donanmalarının Andrea Doria’nın idaresinde toplandığını haber alan Barbaros 20 kadırgayla Turgut Reis’i keşfe gönderdi ise de onu beklemeyerek Mora’nın güneyinden dolaşıp Modon’a gitti ve durumu bizzat görerek Arta Körfezi’ne girdi. Avrupa donanmalarının bir araya gelerek oluşturduğu ve adeta yüzen bir şehri andıran bu büyük donanmanın kürek çeken onbinlerce forsasından başka 60.000 asker ve 2.500 topu bulunmaktaydı. Çokluklarına güvenerek savaşı kazanacaklarına kesin gözüyle bakan batılı krallar, hangi Türk ülkesinin kime ait olacağını çoktan kararlaştırmış ve kendi aralarında pay etmişlerdi bile!
Tarihin en büyük deniz savaşı, Andrea Doria komutasındaki "Müttefik Avrupa Donanması"nın harekete geçerek Türkler'in elindeki Preveze Kalesi'ni kuşatmasıyla fiilen başladı. Kale, Arta Körfezi'nin girişine hakim ve kuzeybatı ucunda bunmaktaydı. Preveze Kalesi'ndeki Türk toplarını susturmadan -ki bu çok zor bir işti- hiç bir düşman gemisi Arta Körfezi’ne giremezdi. Bunu gören Andrea Doria, Osmanlı Donanması'nı dışarıya çekebilmek için 25 Eylül 1538'de bir kısım kuvvetlerini ileri sürdü. Kısa süren bir çatışmanın ardından, bu gemilerin geri dönmesinden sonra, Doria, hem Barbaros'u kendisini takibe zorlamak, hem de muhtemel bir fırtınaya karşı Levkas ve Magenisi Adacıkları arasına sığınabilmek için 27 Eylül 1538'de Preveze açıklarına demirledi. Barbaros'un emriyle harekete geçen 122 gemi ve 20.000 askerden oluşan Türk Donanması, tabıl ve nakkareler çalıp, Preveze boğazından şanlı bir şekilde çıkarak Haçlı donanmasına meydan okudu. 6 mil açıldıktan sonra hilal şeklinde dizilerek savaş düzenini alan Türk gemileri başlarında bulunan üçer topu ateşleyerek düşmana saldırdılar. 40 gemilik bir filoyu ileri süren Barbaros, Haçlı donanmasını ikiye bölmek istediyse de tehlikeli gidişatı gören Doria donanmasını derhal Korfu istikametine çekti. Karanlık bastırınca düşmanı izleyemeyen Türk Donanması ise Preveze önlerinde mevzilendi. Gece yarısı olunca Barbaros, Reisleri ile savaş düzenini görüşmek üzere Harp Divanı’nı topladı.
En ince detaya kadar her şeyi gözden geçiren Kaptân-ı Derya, donanmasını gece yarısından sonra harekete geçirdi. Sabahın ilk ışıkları etrafı aydınlatırken Türkler'in gelmekte olduğunu gören Haçlı donanması korkuya kapıldı. Derhal harp meclisini toplayan Doria hücum etmeye taraftar olmamasına rağmen filo komutanlarının karşı çıkmaları üzerine savaşa mecbur kalarak, donanmasını Preveze üzerine harekete geçirdi. Barbaros Hayreddin Paşa ortasında ve başında bulunduğu donanmasını hilal şeklinde dizdirerek savaş düzenine geçti. Orta kanatta Sinan Reis, Cafer Reis ve Şaban Reis, sağ kanatta Salih Reis, sol kanatta da Seydi Ali Reis bulunuyordu. Arka tarafında bulunan filoya ise Turgut Reis komuta ediyor, Murat Reis, Güzelce Mehmet Reis ve Sadık Reis de bu filoda bulunuyordu. Osmanlı gemileri hilal şeklinde tek hat halinde dizilirken, müttefik gemileri büyük, orta ve küçük gemiler olmak üzere arka arkaya üç hat halinde dizilmişlerdi. Öndeki kalyon ve karakalardan kurulu büyük filo bir çeşit siper görevi görüyor ve Andrea Doria savaşı ikinci safta yönetiyordu. Haçlı donanmasındaki İspanya-Portekiz kalyonlarına Franco Doria, Venedik kalyonlarına Alessandro Condalmiero, Venedik kadırgalarına Vincenzo Capello ve Papalık filosuna Aquilea Patriği Marco Grimani komuta ediyordu. Amiral gemisinde ise Kara Kuvvetleri Komutanı General Fernando de Gonzaga bulunuyodu.
Preveze açıklarında her iki tarafın donanması kendi savaş düzenleri içinde birbirlerine doğru yaklaşırken, kuzeyden çok sert bir şekilde esen rüzgar Türk Donanması'nın aleyhine cereyan ediyordu. Rüzgar, Haçlı Donanması'nın arkasından kuvvetle eserken Osmanlı Donanması'na adım atma fırsatı vermiyordu. Ters esen rüzgar sebebiyle donanmanın moralinin sarsıldığını gören Barbaros iki ayet yazdırıp gemisinin iki tarafına bıraktı ve az sonra da rüzgar dinerek Türk Donanması lehine esmeye başladı. Rüzgarın ters dönmesiyle yalnız yelkenle hareket edebilen Haçlı Donanması'nın ön saftaki ağır gemileri hareketsiz kalınca Andrea Doria, öndeki büyük gemilerden şiddetli bir top ateşine başladı. Fakat kalyonlardaki büyük topların menzili kısa olduğundan, bütün mermiler denize düşüyordu. Barbaros da hücum emri verince Türk Donanması boru, nakkare ve askerin "Allah Allah" sesleri arasında ihtişamla ilerlemeye başladı ve uzun menzilli toplarıyla düşmanın büyük gemilerini delik deşik etti. Arka saftaki düşman kadırgaları Andrea Doria komutasında ileri çıktıysa da dayanamayıp kalyonların gerisine çekildiler. Kanlı çatışmalar ve strateji savaşlarının ardından Haçlı gemilerinde kumanda birliği kalmayınca Barbaros, ihtiyattaki Turgut Reis'e düşmanın arkasını çevirme emrini verdi. İki ateş arasında kalıp kayıpları artan Andrea Doria, kaçmaktan başka çare bulamadı. Akşam karanlığı basarken, takipten kurtulmak için bütün gemilerin fenerlerini söndürttü. İki taraftan toplam 120.000 kişinin katıldığı savaş sonunda 30.000 mürettebatı ölen düşman gemilerinden 128 tanesi batırılırken, 29'u da 2.775 personeliyle birlikte esir edildi. Hiçbir gemisini kaybetmeyen Türk Donanması'nın kaybı ise 400 şehit ve 800 yaralıdan ibaretti. (Preveze Zaferi 27 Eylül 1538)
Birleşik Avrupa donanmalarına karşı kazanılan dünya tarihinin bu en görkemli deniz zaferinin müjdesi İstanbul'a ulaşınca Fetihname'yi dîvânla birlikte ayakta dinleyen Kanuni Sultan Süleyman, dört bir yana Fetihname'ler yollatarak üzerinde güneşin batmadığı bütün ülkelerinde -zaferin şerefine- şenlikler yapılmasını emretti. Donanma-yı Hümayûn’la muzaffer bir şekilde İstanbul'a ulaşan Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa hususi bir mecliste günlerce padişahla baş başa kalarak zaferin ayrıntılarını kendilerine anlattı.
Preveze zaferinden bir yıl sonra Barbaros'un yardımcısı Hasan Reis ile Turgut Reis, Nova Kalesi'ni alarak Venedik'i barış yapmaya zorladılar. Birçok adasını ve kalesini Osmanlı'ya bırakan Venedik ayrıca 300.000 altınlık ağır bir de tazminat ödemek zorunda kaldı. Böylece Akdeniz'deki düşman varlığı bitirilmiş ve Osmanlı hakimiyeti tamamlanmış oldu. Bu arada Hasan Reis önderliğindeki levendlerin Cebelitarık Kalesi'ni ele geçirerek Cezayir'deki Türk sınırını İspanya topraklarının burnunun dibine kadar yaklaştırmasıyla çılgına dönen İspanyollar Cezayir'e çıkarma yapmak için hazırlıklara başladılar. Çıkış yolu bulamayan İmparator Şarlken, Barbaros'u bütün Kuzey Afrika topraklarının hükümdarı olarak tanımak ve yıllık vergi vermek vaadiyle Padişah'a karşı ihanete teşvik etti. Tükenmişliğin ifadesi ve çaresizliğin son noktası olan ve bir yahudi aracılığıyla resmî olarak yapılan bu teklifin Barbaros tarafından yüzlerine çarpılması üzerine Preveze'nin intikamını almak için 1541 yılında bizzat İmparator Şarlken komutasında, Andrea Doria ile birlikte İspanyol, Alman, İtalyan, Flaman ve Maltalı asilzadelerinin en büyükleri 4.000 safkan süvari atın da olduğu 516 gemilik Birleşik Avrupa Donanması'yla Cezayir önlerine geldiler. Karşılıklı başlayan bombardımanlarda 5-10 gemisi batan İspanyollar atış menzili dışına çıkmak zorunda kaldılar ve burada metrislerini kazıp içki ve eğlencelerle konakladılar. Gece olunca Barbaros'un vekili Hasan Reis 10.000 levend ile birlikte büyük bir sessizlik ve düzen içinde kalenin gizli kapısından çıkıp dağ yolundan düşman üzerine bir baskın düzenledi. Şiddetli yağmur ve karanlık eşliğinde açılan tüfek ateşinden sonra kalkan kılıçlarla sabaha kadar öldürülen düşman sayısı 20.000'i buldu. Bu büyük hamle sonrası çokluklarına güvendikleri için Türkler'in kaleden bir adım bile atamayacaklarını sanan düşmanın moralini altüst eden levendler beraberlerine 450 de esir alarak sabah ışıkları altında burçlarına geri döndüler. Ertesi gün başlayan korkunç fırtınada ise yağan yumurta büyüklüğünde dolu ve yağmurla "Cadı Şerri"ne uğradıklarını sanan İspanyollar'ın -Kral gemisi ve bir kaç gemileri hariç- yaklaşık 500 gemisi battı. Cezayir sahilleri kilometrelerce binlerce ceset, hayvan leşleri ve parçalanmış gemi enkazları ile doldu. Olup biteni izleyen Hasan Reis ise -şükür ve dualarla- 10.000 askeri ile birlikte yeniden saldırıya geçti. Kaçışmaya başlayan düşman askerlerinden 10.000'i selle birlikte coşup taşan Harraş Nehri'nden karşıya geçmeye çalışırken azgın sularda boğuldu. Bütün ağırlılarını karaya indirmiş olan düşmandan elde edilen ganimetler o kadar çoktu ki Cezayir bunlarla kat kat daha zenginleşti. Generaller, amiraller, dukalar, prensler, kontlar, şövalyeler ve Cezayir’in fethini görmek için gelen Avrupa saraylarının en önemli kadın ve kızları ile birlikte 25.000 İspanyol askeri esir edildi. (24 Ekim 1541) Avrupa'nın yarısına sahip, dünyanın en büyük hristiyan devleti İspanya İmparatoru Şarlken -açlıktan atını kesip yemek zorunda kaldığı- Cezayir’den kaçarken, başındaki tâcı fırlatıp denize attı ve yaşadığı büyük eziklik ve utançla ülkesine geri döndü. Tarihin kaydettiği en büyük yüzakı zaferlerden biri olan bu zaferin müjdesi Deli Mehmed Reis kumandasındaki 30 gemi ile 21 gün sonra İstanbul'a ulaşınca, Barbaros Hayreddin Paşa büyük bir mutlulukla sevinç gözyaşları döktü. Haberi Barbaros'dan alan Kanuni Sultan Süleyman ise huzurunda okunan Zafername ile duyduğu ferahlıktan gözleri yaşarıp "Berhudâr ol mücahid Lalam! Hakikaten methettiğinden fazla imiş. Cezayir'de yerini boş komamışsın." diyerek Hasan Paşa'yı Cezayir Beylerleyliği'ne atadığını belirten Hatt-ı Hümâyûn'u bizzat elleriyle yazdı.
İspanya İmparatorluğu'nun Avrupa'daki en büyük iki rakibinden biri olan Fransa, baş edemediği İspanyol donanma kuvvetlerine karşı Osmanlı Devleti'nden yardım talep edince Padişah tarafından bu işle görevlendirilen Barbaros Hayreddin Paşa toplam mürettebatı 30.000'i bulan 150 gemilik dev bir filo ile 20 Temmuz 1543'de Fransa'nın Marsilya Limanı'na girdi. Limanda hazır bulunan devlet erkânı ve binlerce Fransız yardıma gelen Türk Filosu'nu görkemli törenlerle karşıladılar. Barbaros, mahiyetine Fransa Donanması Amirali Duc D'Enghien'i de alarak Nice şehrini zaptetti. (20 Ağustos 1543) Fakat Fransız donanmasındaki düzensizlik ve barut fıçısından çok şarap fıçısı getirmeleri sebebiyle Fransızlar'dan beklenildiği kadar istifade edilemeyince Türk Donanması, Toulon'a çekildi. Fransa Kralı'nın emriyle Türk gemilerinin ihtiyaçlarını karşılamak için Barbaros'un idaresine bırakılan Toulon şehrinde, Aziz Mary Katedrali de Türk askerleri için camiye çevrildi. Türk Donanması'nın 8 ay kaldığı ve bu süre içinde Osmanlı Bayrağı'nın çekilip Osmanlı Parası'nın kullanıldığı Toulon şehrinde o yılın vergisi de Türk memurlara ödendi. Bu süre zarfında Salih ve Hasan Reis komutasındaki filoların yaptığı baskınlarla İspanya ve İtalya kıyı ve adaları vurulurken 3 yıldır Cenevizliler’in elinde esir bulunan Turgut Reis de 3.000 altın karşılığı kurtarıldı. İspanyollar'ı Fransızlar'la 1544 Crespy Barışı’nı yapmaya mecbur bırakan Osmanlı Donanması görevini başarıyla tamamlayarak törenlerle Toulon şehrinden ayrıldı. Dönüş yolunda Elba Adası'nı basarak, İtalyanlar’ın elinde tutsak bulunan Sinan Reis'in oğlunu kurtaran Barbaros, Grosseto şehrinde, Castiglione della Pescaia, Talamone ve Orbetello'yu ele geçirdikten sonra babası Nurullah Yakub Ağa'nın Midilli'deki evini yakan İtalyan korsan Bartolomeo Peretti'nin mezarını bularak yıktı. Daha sonra Montiano ile birlikte Porto Ercole ve Giglio Adası'nı ele geçirdi. Civitavecchia'ya bir saldırı yaptı ise de Fransız elçi Leone Strozzi'nin ricası üzerine kuşatmayı kaldırdı. Baskınlarda ele geçirdiği çok sayıdaki esirin bir kısmını Cezayir'e gönderirken beraberinde 14.000 esirle İstanbul'a girdi. "Fransa Seferi" onbinlerce İstanbullu'nun sevinç gösterileri arasında limana giren Barbaros Hayreddin Paşa'nın son seferi oldu. Şanlı Kaptan-ı Derya son 2 yılını İstanbul'da geçirdi ve Beşiktaş'taki konağında 4 Temmuz 1546 günü Kadir Gecesi'nde vefat etti. Vefatından sonra Kaptan-ı Deryalığa, Sokullu Mehmet Paşa getirildi.
Osmanlı Devleti’nin 19. Kaptan-ı Derya'sı olan Barbaros Hayreddin Paşa 12 sene Kaptan-ı Derya'lık hizmetinde bulunmuş, defalarca keşif ve kerâmetleri görülmüş bir veli, gazi ve mücahit bir kimse idi. Devletin sınırlarını Fas’a kadar uzattı. Beşiktaş’ta bir medrese inşa ettirdi. Serveti ile İstanbul’un bir çok semtine hanlar, hamamlar, konaklar, evler, değirmenler, fırınlar yaptırdı. Zaferlerle dolu savaş hayatında eline hazineler değerinde servet geçtiği halde bunları sürekli dağıtmıştır. Hep şükreden bir kul olan Barbaros Hayreddin Paşa geceyi üçe ayırırdı. Birinci kısmında Kur’an-ı Kerim okur, ikinci kısmında ibadet eder ve üçüncü kısmında da uyurdu.
Barbaros Hayreddin Paşa, kendini denizi seyrederken gören dostlarına "Öldüğüm zaman beni deniz sesi işitilebilecek bir yere defnediniz" diye vasiyet etmiştir. Böylece Beşiktaş'ın boğazı gören -şimdiki iskele önündeki meydanda- Mimar Sinan tarafından yaptırılan türbeye defnedilmiştir. Bütün gayesi Hakk'ın adını denizler ötesi alemlerde bir bayrak gibi dalgalandırmak olan bu büyük reis yardımı da yalnızca Allah'tan beklemekteydi. Sancağında; «Nasr'un minallahi ve fethun kariybun ve beşşiril mü'mi-niyne» (Allah katından bir yardım ve yakın bir fetih vardır. Mü'minlere müjde ver) (Saff Sûresi 13) âyet-i kerimesi yazılıydı. Geriye, Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle yazdırdığı ve başından geçen bütün savaşları ve hatıralarını anlattığı muhteşem bir de kitap bırakmıştır.
O, bugün de deniz kenarındaki türbesinde denizleri dinlemeye devam ederken, yüzyıllar boyunca sefere çıkan donanmalar O'nun türbesi önünden hareket etmiş ve kendisini top atışlarıyla selâmlamışlardır. Ve bugün de Deniz Kuvvetleri'mizin her yıl düzenlediği törenler ve top atışlarıyla Denizlerin Şanlı Pîr'i saygı ve sevgiyle anılmaya, şerefle yâdedilmeye devam edilmektedir. Kabri nur, makamı Cennet olsun. Amin..
Subscribe to:
Posts (Atom)
International
Resim
Haber
Pictures
Bilder
Makale
Video Seyret
Belgesel
Sağlık
Cihad
Hikaye
Hz. Muhammed
العربيه
Film İndir
Wallpaper
Tasavvuf
E-Kitap
Documentary
Kur’an-ı Kerim
Klip
Eğitim
Dokumentar
Mp3
Program
Dini Bilgiler
Çizgi Film
Ebook
Movie
Ahir Zaman
News
Software
Biyografi
Programm
Sohbet İzle
Verschiedenes
Video Clip
Video Klip
Edebiyat
Film Seyret
Français
Others
E-Buch
Torrent
Русский
Quran
فارسی
English Lectures
Español
Koran
Cep Telefonu
Diğer
English Mp3
Musik
Tavsiye Site
Sesli Kitap
Shqip
日本語
Beitrag
Bahasa Indonesia
Suomi
മലയാളം
Bahasa Melayu
Dutch
Italiano
Lietuvių Kalba
Maranao
Mobile
Norsk
Português
Svenska
Čeština
Азәрбајҹан
Українська
български
түркмен
اردو
الروهنجيا
ภาษาไทย